Miraç sırasında Peygamber Efendimizin (SAV) süt içtiği söylenir.
Çocukluğumda; rahmetli teyzem den görmüştüm. Miraç kandili gecelerinde; komşulara, akrabalara süt dağıtır, gelenlere de ikram ederdi, bu gecenin hürmetine...
Miraç kandilinizi tebrik eder,
hayırlara vesile olmasını dilerim.
Selametle...
Ayşe Zahide Üçışık Arabacıoğlu
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Kısas-ı Enbiya’dan
- | 40 Hadis |
- Büyükbabam Abdülhakim Arvasi Üçışık
- N.F.Kısakürek
- Özel İnsanlar!
- Dedemin Dostları
- Türk Kadın Başlıkları
- Babamdan Hatıralar
- Sakarya Türküsü
- Türk Halıları
- Kıymetli Şiirler
- Yahya Kemal
- Hz.Mevlana'dan
- Atasözleri
- Halkadan Pırıltılar
- Yüzüyle Yüzleşen İnsan
- İster Fısıltıyı Dinle
- Süleymaniye'de Bayram
- İstanbul
- Aile Yazıları
- Seçtiğim Küpürler
Bu Blogda Ara
25 Mayıs 2014 Pazar
Miraç Mucizesi
Birinci Kaynak Tefsir:
Mevakib Tefsirinde Mî’raç hadisesi şöyle anlatılır:
Her ayıptan münezzeh Allhu Azimüşşan Abdi Muhammed
aleyhüsselatü vesselamı bir gecenin az bir vaktinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i
Aksa’ya götürdü ki, onun tarafındaki
bilad ve emakine, din ve dünya bereketlerini verdi. Ta ki, Muhammed (SAV) gecenin az vaktinde
bazı ayetlerimizi gösterelim. Allahu Teala Muhammed Aleyhisselamın ahvalini
işitici ve ef’alini görücüdür.
Bu ayet-i kerimeye göre Kabe-i Muazzamadan, Mescid-i
Aksa’nın bulunduğu kutsi şerife kadar Cenab-ı Hak, Resül’ünü bir gece seyahat
ettirmiştir. Bunun için Mekke’den Kudüs’e kadar olan bu seyahat ayetle sabit
bulunduğuna göre bunu inkar etmek, Kuran-ı Kerimi inkar mahiyetinde bulunduğundan,
münkirlerin İslam dininde kalmasına imkan yoktur.
İkinci Kaynak Hadis:
Kurân-ı Kerim’den sonra en mukaddes kitap kabul edilen
“Buhar-i Şerif”in Bed-ül Halk “Müslim-i Şerif”in de İman bahislerinde geçen hadisleri
ki, son zamanda Mısır’da intişar eden”Kitab-ı Tâc’ül-Camilil’ Usul” ün üçüncü
cildinin 273 – 275 sahifelerinden iktibas ederek, hülâsaten tercümesini takdim
ediyorum.
Malik bin Sa’saa (RA) anlatıyor: Resul-i Ekrem buyurdu ki;
bir gece ben harem-i şerifte idim. Ne yatmış ne de uyanıktım. İki zat geldi.
Ellerinde altından yapılmış hikmet ve iman dolu bir leğen vardı. Göğsümü
yardılar. Zem zem ile yıkadılar, içine hikmet ve iman doldurdular. Cibril-i
Emin geldi, beni katırdan küçük, merkepten büyük “Bürak” isminde bir hayvana
bindirdi. Cibril ile beraber bütün semaları gezdim. Birinci semada sahnda bir
cemaat, solunda bir cemaat bulunan bir ihtiyar gördüm. Sağına bakınca
seviniyor, soluna bakınca ağlıyordu. Cibril-i Emin dedi ki; bu Adem
Aleyhisselamdır. Sağındakiler cenneti hak etmiş, solundakiler cehennemi hak
etmiş evlatlarının ruhlarıdır. Kendisine hürmet ettim, selamlaştık. İkinci
semada Hazret-i İsa ile Hazret-i Yahya’yı buldum, selamlaştık. Üçüncü semada Hazret-i Yusuf’u buldum,
selamlaştık. Dördüncü Semada Hazret-i İdris’i buldum, selamlaştık. Beşinci
semada Hazret-i Musa’yı gördüm selamlaştıktan sonra ağlamaya başladı: Ve
diyordu ki; Yarabbi benden sonra geldiği halde bu zatın ümmetinden cennete
gireceklerin sayısı benim ümmetimden daha fazla. Yedinci semada Hazreti-i
İbrahim’i gördüm. Beyt’ül Mamûr’a karşı duruyordu, selamlaştım. Cibril-i Emin
dedi ki; burası Beyt’ül Mamûr’dur. Günde yetmiş bin melek tavaf eder. Ondan
sonra Sidret’ül Münteha’ya ve daha ileriye götürürdüm. O zaman bana günde elli
vakit namaz farz kılındı. Musa Aleyhisselama geldim. Bana dedi ki: “İnsanlar
buna dayanamaz, dua et ki, azalsn.” Dua ettim kırka indi. Dua ede ede 5 vakte
kadar inince, Allah tarafından bir nida geldi. Bu beş vakit namaza elli vakit
namazın sevabını verdim.”
Hülasasını verdiğim bu hadis-i şerifle diğer hadislerde
Mi’racın tafsilatı yazılıdr. Bu gecenin en büyük hususiyeti İslam dininin temel
ibadeti bulunan 5 vakit namazın farz olmasıdır.
Merhum Cevdet Paşa Mi’raç hadisesini aynen şöyle anlatıyor:
-
Cümlesi ol vechile ahd-ü biat ettikten sonra, dönüp
Medine’ye geldiler ve din-i islamı neşir ile meşgul oldular. O zamanda Mî’racı
Muhammedî vukû buldu. Şöyle ki Cebrail Aleyhisselam bir gece geldi. Resul-i
Ekrem’i alıp Kabe’den Mescid-i Aksa’ya götürdü. Ve ondan yukarı çıkardı.
Bilcümle semavatı seyir ettirdi, Bâdehu, ol habibi bu alemi şuhuddan harice
çıkarıldı. Cnab-ı Hakkın bizzat kelamını işitti. Ve cemâl ve kemâlini müşahede etti ve o gece
haneyi saadetine geldi. İşte beş vakit namaz işbu Mirac gecesi farz kılındı.
Gerçi ondan daha evvel namaz kılınıyordu. Lakin beş vakit mürettep olarak namaz
kılınmak o gece emir olundu. Ferdası gün, Miracını ümmetine söyledi. İptida Ebu
Bekir-i Sıddık, badehu sair eshab-ı ikram tasdik ve tebrik ettiler.
Müşrikler inkar edip Mescid-i Aksa’nın nişalerini sordular.
Resul-i Ekrem aynî ile haber verdi. Onlar yine inkârlarında ısrar edip
durdular.
Bu esnada din-i İslam Arabistan’ın her tarafında yayılmakta
ve alelhusus Medine’de pek sür’atle intişar etmekte idi.
(Merhum Abdurrahim
Zapsu’nun Büyük İslam Tarihi adlı eserinin 3. Basımı, sayfa:735-736’dan
alınmıştır. Teşekürlerimizle…)
22 Mayıs 2014 Perşembe
Doğan ve Uçmanın Sırrı!
Eski zamanda, kralın birine Arabistan’da iki doğan hediye
edilir. Kral; bu değerli kuşları eğitmesi için doğancıbaşına teslim eder. Aylar
ayları kovalar, bir gün doğancıbaşı kralın huzuruna çıkar ve bir tanesinin
mükemmel bir şekilde uçtuğunu, diğerin ise tünediği daldan kımıldamadığını
söyler. Bunun üzerine kral ülkenin her yerinden şifacılar getirtip doğanı
iyileştirmelerini emreder. Ama nafile!
Sonunda dağlık bölgelerden bir köylüyü
bulup getirirler. Belki de hayatını tabiatla iç içe geçiren bir köylü yaraya
merhem olabilir diye düşünür. Haklı da çıkar! Çünkü tünediği daldan
kıpırdamayan doğan artık göklerde uçmaktadır. Köylüye bu mucizenin sebebini
sorar “nasıl yaptın da doğan uçmaya başladı?”
– Çok basit yüce kralım,
sadece kuşun tünediği dalı kestim…
Kıssada hisse: Her insanın içinde büyük bir potansiyel
vardır. Hepimiz hayallerimize doğru uçabiliriz ama bunun yerine dallarımıza tüneyip,
bize tanıdık gelenlere tutunuyoruz.
Önümüzde sınırsız
imkanlar mevcut fakat onları keşfetmeye çabalamıyoruz bile. Öyleyse var
mısınız, tutunduğunuz korku dallarını kırıp, kendimizi uçmanın mutluluğuna ve
özgürlüğüne bırakalım.
(11 Kasım 2012 tarihli Sabah Gazetesi, Nazlı Ilıcak
köşesinden alıntı bu yazının yazarı Ayşe Komili’ye teşekkürler)
Sevdiğinizden Harcayın!
Bazı insanlar var ki; haklarında ayet-i kelime inmiştir. Ve
bu ayetler namazlarda okunur, belleğimize dokunur. Yüceldikçe yücedir.
Allahın katında büyük makamlara erenlere
Medine’de bir ayet iner. Bu ayet Allah için harcamaya davet eder. Allahın Resulü
(SAV) bu ayeti oku. Ayet sahabede derin iz oluşturur. Ayette şöyle
buyuruluyordu: Sevdiğiniz şeylerden
“Allah yolunda” harcamadıkça, iyiliğe ulaşamazsınız.”
Bu ayeti duyanlardan biri de Ebu Tâlha idi. Ebu Tâlha
oldukça zengin bir sahabeydi. Hele bir su kuyusu vardı ki pahasına değer
biçilmezdi. Bu kuyu peygamberimizin mescidinin kıble tarafında bulunur,
efendimiz o kuyuya gelir ve oradan su içerdi. Bu kuyuya HA kuyusu denilirdi.
İnen bu ayeti duyan Ebu Tâlha Hazretleri koşup şöyle sordu: “Ey Allah'ın Peygamberi,
yüce rabbimiz sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz
buyuruyor. Benim de en sevdiğim şey şu sizin iyi bildiğiniz HA kuyusudur. Ben
onu Allah için harcasam iyiliğe ulaşır mıyım?”
Efendimiz “evet” buyurdu. Bunu duyan Ebu Tâlha: “Ben o
kuyuyu Allah için bağışlıyorum. İstediğiniz gibi kullanma talimatı
verebilirsiniz.” Efendimiz bu cömertlikten hayli memnun kaldı ve şöyle buyurdu.
“Oh oh maşallah, bu ne güzel bir alışveriş, ne de karlı! Onu akrabaların arasında
güzelce paylaş…
(Anonim)
Vefa sevgidir!
Vefa; şartsız, hesapsız, sonu olmayan bir sevginin ta kendisidir.
Bu Dünya’da vefa arama! Çünkü vefası; vefasızdır, demiş Şems-i Tebrizi. Vefa
mühim bir mesele bizim için. Her eylemin çıkarlar endeksli olduğu şu liberal
kapitalist kültürün Alzhemir geçirdiği bir konu! Şehir hayatının bastırmasıyla
egoizm zırhı giyen insanlar bu ölümcül yarışta hızlı yaşamak zorunda
olduklarına inandırıldıklarından, bırakıp söz ve duygularına vefayı,
sevdiklerini, dostlarını bile hatırlamaz çabuk unutur ya da telefon
mesajlarıyla geçiştirir. Çünkü ben ve benim çevremden daha mühim bir şey yok!
Varsa yoksa “Ben’im bu alemde!” diğerlerine, bana faydalı oldukları nispette
değer verebilirim.
Kafayı ben-merkezcilikle yakmış bir gezegende yaşıyoruz.
Bencillik, kendine tapınma, “ben farklıyım, her şeyin iyisine layığım”
iteklemesiyle bozulduk. Düşenlerin üstüne basarak koşuyoruz! Nereye? Daha
mükemmele! Mükemmel ne? Maddi zenginlik benden güzelliği yüksek hayatlar, eşya
bolluğu ve yönetme hırsı.
Kibir büyük günah kitabımızda oysa. Tekebbür’den geliyor.
Büyüklenme! Kendini Allah’a ortak koşma, şeytanın kıyafeti. El Mütekebbir, sonsuz
büyüklük ve azamet sahibi ise Allah’ın adlarından biri. Öyle bir esma ki,
mahluka ait sıfatlardan münezzeh demek. Uyarı büyük yerden anlayacağınız...
Benim cahil benim çırak kalbime, tedavisi var mı diye
sorarsanız, evet var! Sadece Allah’ın karşısında eğilmek, alnı yere koymak,
olabilir mesela. Allah’tan başka hiçbir şeyin dış ve bedenleri karşısında
eğilmemek için o net ahdi imzalamak ile başlanabilir.
(Sabah Gazetesi küpürlerlerinden
kestiğim bu yazının altında yazarının adını göremesem de kendisine bu güzel tabirleri için teşekkür ederim.)
Çiçek dolu bir bahçeden İstanbul’a bakmak!
İstanbul Müftülüğünün bahçesinde, İstanbul Üniversitesi Fen
Fakültesi Biyoloji Bölümü, Botanik Enstitüsüne bağlı. Bugün Türkiye’de türleri tükenip gitmiş olan
çok sayıda bitkiyi bulmak mümkün. Bir
zaman Kadıköy’ün dağlarını bayırlarını süsleyen Khalkedon’un son 14 örneği bu
bahçede yer alıyor.
Türkiye’de bulunan endebik bitkilerin büyük bir bölümü de bu bahçede kendilerine bir sığınak bulmuş. Bahçede binlerce tohumdan oluşan bir arşiv var.
Türkiye’de bulunan endebik bitkilerin büyük bir bölümü de bu bahçede kendilerine bir sığınak bulmuş. Bahçede binlerce tohumdan oluşan bir arşiv var.
Ayrıca Dünya’nın her yanından gelen nadide bitkiler var.
Borneo’dan Fil Kulağı, Brezilya’dan ananas, Guatelama’dan kuğu çiçeği, Himalaya Dağlarından kokulu Hindistan sediri, Malezya’dan demir ağacı, Japonya’dan kafur, Angola’dan kahve ağacı, Kuzey Amerika’dan lale, böceklerle beslenen çiçekler, zehirli bitkiler enstitünün binlerce tohumdan oluşan dev arşivinden sadece bazıları. Sistematik bölüm, taş bahçe, tıbbi bitkiler bölümü, Türkiye Bitkileri Deney Parselleri ve Arberatum. 127 familyadan 400 ağaç ve çalı ile yaklaşık 3500 otsu bitki parsellere yerleşmiş. Seralarda, bahçede sabit ve saksıya alınmış 2500 bitki Hamburg Üniversitesi Botanik bahçesinden bağışlanan tropik ve subtropik bitkilerde buna eklenince hazinenin toplamı; 5000 bitkiyi buluyor. Bahçede ayrıca 23 havuz var.
Borneo’dan Fil Kulağı, Brezilya’dan ananas, Guatelama’dan kuğu çiçeği, Himalaya Dağlarından kokulu Hindistan sediri, Malezya’dan demir ağacı, Japonya’dan kafur, Angola’dan kahve ağacı, Kuzey Amerika’dan lale, böceklerle beslenen çiçekler, zehirli bitkiler enstitünün binlerce tohumdan oluşan dev arşivinden sadece bazıları. Sistematik bölüm, taş bahçe, tıbbi bitkiler bölümü, Türkiye Bitkileri Deney Parselleri ve Arberatum. 127 familyadan 400 ağaç ve çalı ile yaklaşık 3500 otsu bitki parsellere yerleşmiş. Seralarda, bahçede sabit ve saksıya alınmış 2500 bitki Hamburg Üniversitesi Botanik bahçesinden bağışlanan tropik ve subtropik bitkilerde buna eklenince hazinenin toplamı; 5000 bitkiyi buluyor. Bahçede ayrıca 23 havuz var.
Eski bir
Süleymaniye'li olarak bilgilendim. İnşallah torunlarımla birlikte gideceğim.
(Sabah Gazetesinden
aldığım bu yazı için Gazeteci Ersin Kalkan Beyefendiye teşekkür ederim.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)