Bu Blogda Ara

25 Mayıs 2014 Pazar

Miraç Gecesi ve Süt!

Miraç sırasında Peygamber Efendimizin (SAV) süt içtiği söylenir.

Çocukluğumda; rahmetli teyzem den görmüştüm. Miraç kandili gecelerinde; komşulara, akrabalara süt dağıtır, gelenlere de ikram ederdi, bu gecenin hürmetine...


Miraç kandilinizi tebrik eder,
hayırlara vesile olmasını dilerim.

Selametle...

Ayşe Zahide Üçışık Arabacıoğlu

Miraç Mucizesi


Birinci Kaynak Tefsir:

Mevakib Tefsirinde Mî’raç hadisesi şöyle anlatılır:
Her ayıptan münezzeh Allhu Azimüşşan Abdi Muhammed aleyhüsselatü vesselamı bir gecenin az bir vaktinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü  ki, onun tarafındaki bilad ve emakine, din ve dünya bereketlerini verdi.  Ta ki, Muhammed (SAV) gecenin az vaktinde bazı ayetlerimizi gösterelim. Allahu Teala Muhammed Aleyhisselamın ahvalini işitici ve ef’alini görücüdür.

Bu ayet-i kerimeye göre Kabe-i Muazzamadan, Mescid-i Aksa’nın bulunduğu kutsi şerife kadar Cenab-ı Hak, Resül’ünü bir gece seyahat ettirmiştir. Bunun için Mekke’den Kudüs’e kadar olan bu seyahat ayetle sabit bulunduğuna göre bunu inkar etmek, Kuran-ı Kerimi inkar mahiyetinde bulunduğundan, münkirlerin İslam dininde kalmasına imkan yoktur.

İkinci Kaynak Hadis:

Kurân-ı Kerim’den sonra en mukaddes kitap kabul edilen “Buhar-i Şerif”in  Bed-ül Halk “Müslim-i Şerif”in de İman bahislerinde geçen hadisleri ki, son zamanda Mısır’da intişar eden”Kitab-ı Tâc’ül-Camilil’ Usul” ün üçüncü cildinin 273 – 275 sahifelerinden iktibas ederek, hülâsaten tercümesini takdim ediyorum.

Malik bin Sa’saa (RA) anlatıyor: Resul-i Ekrem buyurdu ki; bir gece ben harem-i şerifte idim. Ne yatmış ne de uyanıktım. İki zat geldi. Ellerinde altından yapılmış hikmet ve iman dolu bir leğen vardı. Göğsümü yardılar. Zem zem ile yıkadılar, içine hikmet ve iman doldurdular. Cibril-i Emin geldi, beni katırdan küçük, merkepten büyük “Bürak” isminde bir hayvana bindirdi. Cibril ile beraber bütün semaları gezdim. Birinci semada sahnda bir cemaat, solunda bir cemaat bulunan bir ihtiyar gördüm. Sağına bakınca seviniyor, soluna bakınca ağlıyordu. Cibril-i Emin dedi ki; bu Adem Aleyhisselamdır. Sağındakiler cenneti hak etmiş, solundakiler cehennemi hak etmiş evlatlarının ruhlarıdır. Kendisine hürmet ettim, selamlaştık. İkinci semada Hazret-i İsa ile Hazret-i Yahya’yı buldum, selamlaştık.  Üçüncü semada Hazret-i Yusuf’u buldum, selamlaştık. Dördüncü Semada Hazret-i İdris’i buldum, selamlaştık. Beşinci semada Hazret-i Musa’yı gördüm selamlaştıktan sonra ağlamaya başladı: Ve diyordu ki; Yarabbi benden sonra geldiği halde bu zatın ümmetinden cennete gireceklerin sayısı benim ümmetimden daha fazla. Yedinci semada Hazreti-i İbrahim’i gördüm. Beyt’ül Mamûr’a karşı duruyordu, selamlaştım. Cibril-i Emin dedi ki; burası Beyt’ül Mamûr’dur. Günde yetmiş bin melek tavaf eder. Ondan sonra Sidret’ül Münteha’ya ve daha ileriye götürürdüm. O zaman bana günde elli vakit namaz farz kılındı. Musa Aleyhisselama geldim. Bana dedi ki: “İnsanlar buna dayanamaz, dua et ki, azalsn.” Dua ettim kırka indi. Dua ede ede 5 vakte kadar inince, Allah tarafından bir nida geldi. Bu beş vakit namaza elli vakit namazın sevabını verdim.”

Hülasasını verdiğim bu hadis-i şerifle diğer hadislerde Mi’racın tafsilatı yazılıdr. Bu gecenin en büyük hususiyeti İslam dininin temel ibadeti bulunan 5 vakit namazın farz olmasıdır.

Merhum Cevdet Paşa Mi’raç hadisesini aynen şöyle anlatıyor:
-          Cümlesi ol vechile ahd-ü biat ettikten sonra, dönüp Medine’ye geldiler ve din-i islamı neşir ile meşgul oldular. O zamanda Mî’racı Muhammedî vukû buldu. Şöyle ki Cebrail Aleyhisselam bir gece geldi. Resul-i Ekrem’i alıp Kabe’den Mescid-i Aksa’ya götürdü. Ve ondan yukarı çıkardı. Bilcümle semavatı seyir ettirdi, Bâdehu, ol habibi bu alemi şuhuddan harice çıkarıldı. Cnab-ı Hakkın bizzat kelamını işitti. Ve   cemâl ve kemâlini müşahede etti ve o gece haneyi saadetine geldi. İşte beş vakit namaz işbu Mirac gecesi farz kılındı. Gerçi ondan daha evvel namaz kılınıyordu. Lakin beş vakit mürettep olarak namaz kılınmak o gece emir olundu. Ferdası gün, Miracını ümmetine söyledi. İptida Ebu Bekir-i Sıddık, badehu sair eshab-ı ikram tasdik ve tebrik ettiler.

Müşrikler inkar edip Mescid-i Aksa’nın nişalerini sordular. Resul-i Ekrem aynî ile haber verdi. Onlar yine inkârlarında ısrar edip durdular.
Bu esnada din-i İslam Arabistan’ın her tarafında yayılmakta ve alelhusus Medine’de pek sür’atle intişar etmekte idi.
(Merhum Abdurrahim Zapsu’nun Büyük İslam Tarihi adlı eserinin 3. Basımı, sayfa:735-736’dan alınmıştır. Teşekürlerimizle…)

22 Mayıs 2014 Perşembe

Doğan ve Uçmanın Sırrı!

Eski zamanda, kralın birine Arabistan’da iki doğan hediye edilir. Kral; bu değerli kuşları eğitmesi için doğancıbaşına teslim eder. Aylar ayları kovalar, bir gün doğancıbaşı kralın huzuruna çıkar ve bir tanesinin mükemmel bir şekilde uçtuğunu, diğerin ise tünediği daldan kımıldamadığını söyler. Bunun üzerine kral ülkenin her yerinden şifacılar getirtip doğanı iyileştirmelerini emreder. Ama nafile! 

Sonunda dağlık bölgelerden bir köylüyü bulup getirirler. Belki de hayatını tabiatla iç içe geçiren bir köylü yaraya merhem olabilir diye düşünür. Haklı da çıkar! Çünkü tünediği daldan kıpırdamayan doğan artık göklerde uçmaktadır. Köylüye bu mucizenin sebebini sorar “nasıl yaptın da doğan uçmaya başladı?” 
– Çok basit yüce kralım, sadece  kuşun tünediği dalı kestim…

Kıssada hisse: Her insanın içinde büyük bir potansiyel vardır. Hepimiz hayallerimize doğru uçabiliriz ama bunun yerine dallarımıza tüneyip, bize tanıdık gelenlere tutunuyoruz. 

Önümüzde sınırsız imkanlar mevcut fakat onları keşfetmeye çabalamıyoruz bile. Öyleyse var mısınız, tutunduğunuz korku dallarını kırıp, kendimizi uçmanın mutluluğuna ve özgürlüğüne bırakalım.


(11 Kasım 2012 tarihli Sabah Gazetesi, Nazlı Ilıcak köşesinden alıntı bu yazının yazarı Ayşe Komili’ye teşekkürler)

Sevdiğinizden Harcayın!

Bazı insanlar var ki; haklarında ayet-i kelime inmiştir. Ve bu ayetler namazlarda okunur, belleğimize dokunur. Yüceldikçe yücedir.  

Allahın katında büyük makamlara erenlere Medine’de bir ayet iner. Bu ayet Allah için harcamaya davet eder. Allahın Resulü (SAV) bu ayeti oku. Ayet sahabede derin iz oluşturur. Ayette şöyle buyuruluyordu: Sevdiğiniz şeylerden “Allah yolunda” harcamadıkça, iyiliğe ulaşamazsınız.”

Bu ayeti duyanlardan biri de Ebu Tâlha idi. Ebu Tâlha oldukça zengin bir sahabeydi. Hele bir su kuyusu vardı ki pahasına değer biçilmezdi. Bu kuyu peygamberimizin mescidinin kıble tarafında bulunur, efendimiz o kuyuya gelir ve oradan su içerdi. Bu kuyuya HA kuyusu denilirdi. İnen bu ayeti duyan Ebu Tâlha Hazretleri koşup şöyle sordu: “Ey Allah'ın Peygamberi, yüce rabbimiz sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz buyuruyor. Benim de en sevdiğim şey şu sizin iyi bildiğiniz HA kuyusudur. Ben onu Allah için harcasam iyiliğe ulaşır mıyım?”

Efendimiz “evet” buyurdu. Bunu duyan Ebu Tâlha: “Ben o kuyuyu Allah için bağışlıyorum. İstediğiniz gibi kullanma talimatı verebilirsiniz.” Efendimiz bu cömertlikten hayli memnun kaldı ve şöyle buyurdu. “Oh oh maşallah, bu ne güzel bir alışveriş, ne de karlı! Onu akrabaların arasında güzelce paylaş…

(Anonim)

Vefa sevgidir!

Vefa; şartsız, hesapsız, sonu olmayan bir sevginin ta kendisidir. 

Bu Dünya’da vefa arama! Çünkü vefası; vefasızdır, demiş Şems-i Tebrizi. Vefa mühim bir mesele bizim için. Her eylemin çıkarlar endeksli olduğu şu liberal kapitalist kültürün Alzhemir geçirdiği bir konu! Şehir hayatının bastırmasıyla egoizm zırhı giyen insanlar bu ölümcül yarışta hızlı yaşamak zorunda olduklarına inandırıldıklarından, bırakıp söz ve duygularına vefayı, sevdiklerini, dostlarını bile hatırlamaz çabuk unutur ya da telefon mesajlarıyla geçiştirir. Çünkü ben ve benim çevremden daha mühim bir şey yok! Varsa yoksa “Ben’im bu alemde!” diğerlerine, bana faydalı oldukları nispette değer verebilirim.

Kafayı ben-merkezcilikle yakmış bir gezegende yaşıyoruz. Bencillik, kendine tapınma, “ben farklıyım, her şeyin iyisine layığım” iteklemesiyle bozulduk. Düşenlerin üstüne basarak koşuyoruz! Nereye? Daha mükemmele! Mükemmel ne? Maddi zenginlik benden güzelliği yüksek hayatlar, eşya bolluğu ve yönetme hırsı.

Kibir büyük günah kitabımızda oysa. Tekebbür’den geliyor. Büyüklenme! Kendini Allah’a ortak koşma, şeytanın kıyafeti. El Mütekebbir,  sonsuz büyüklük ve azamet sahibi ise Allah’ın adlarından biri. Öyle bir esma ki, mahluka ait sıfatlardan münezzeh demek. Uyarı büyük yerden anlayacağınız...

Benim cahil benim çırak kalbime, tedavisi var mı diye sorarsanız, evet var! Sadece Allah’ın karşısında eğilmek, alnı yere koymak, olabilir mesela. Allah’tan başka hiçbir şeyin dış ve bedenleri karşısında eğilmemek için o net ahdi imzalamak ile başlanabilir.


(Sabah Gazetesi küpürlerlerinden kestiğim bu yazının altında yazarının adını göremesem de kendisine bu güzel tabirleri için teşekkür ederim.)

Çiçek dolu bir bahçeden İstanbul’a bakmak!

İstanbul Müftülüğünün bahçesinde, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, Botanik Enstitüsüne bağlı.  Bugün Türkiye’de türleri tükenip gitmiş olan çok sayıda bitkiyi  bulmak mümkün. Bir zaman Kadıköy’ün dağlarını bayırlarını süsleyen Khalkedon’un son 14 örneği bu bahçede yer alıyor.

Türkiye’de bulunan endebik bitkilerin büyük bir bölümü de bu bahçede kendilerine bir sığınak bulmuş. Bahçede binlerce tohumdan oluşan bir arşiv var. 

Ayrıca Dünya’nın her yanından gelen nadide bitkiler var.

Borneo’dan Fil Kulağı, Brezilya’dan ananas, Guatelama’dan kuğu çiçeği, Himalaya Dağlarından kokulu Hindistan sediri, Malezya’dan demir ağacı, Japonya’dan kafur, Angola’dan kahve ağacı, Kuzey Amerika’dan lale, böceklerle beslenen çiçekler, zehirli bitkiler enstitünün binlerce tohumdan oluşan dev arşivinden sadece bazıları. Sistematik bölüm, taş bahçe, tıbbi bitkiler bölümü, Türkiye Bitkileri Deney Parselleri ve Arberatum. 127 familyadan 400 ağaç ve çalı ile yaklaşık 3500 otsu bitki parsellere yerleşmiş.  Seralarda, bahçede sabit ve saksıya alınmış 2500 bitki Hamburg Üniversitesi Botanik bahçesinden bağışlanan tropik ve subtropik bitkilerde buna eklenince hazinenin toplamı; 5000 bitkiyi buluyor. Bahçede ayrıca 23 havuz var.

Eski bir Süleymaniye'li olarak bilgilendim. İnşallah torunlarımla birlikte gideceğim.
(Sabah Gazetesinden aldığım bu yazı için Gazeteci Ersin Kalkan Beyefendiye teşekkür ederim.)