(Bugünlerde yazmak istediğim
konuyu, bu sabah bir baktım ki Sayın Haşmet Babaoğlu köşesinde yazmış.
Kendisine teşekkür ediyor, yazısını aynen sizlerle paylaşıyorum. 26 Haziran
2014, Perşembe, Sabah Gazetesi)
"
Tv’ler, ilahiyatçılar ve itikat
seçkinciliği!
Ramazan geldi, hoş geldi ya…
Şimdi yine çok sayıda ilahiyatçı, tv kanallarında boy gösterip, fikir yürütecek,
tartışacak, nasihat edecek. İyi! Yine de insanın içini bir şüphe kaplıyor. Hani
“ böyle giderse bu halk imanından şüphe etmeye başlayacak” diye fısıldayan bir
şüphe…
O ne biçim laf, diyeceksiniz. Kabul, biraz tuhaf! Sen karışma,
diyeceksiniz. Ama televizyon kanallarına çıkan ilahiyatçıların ifrat
derecesinde karmaşık tartışmalarına ve daima halka tepeden parmak sallayan
uyarılarına maruz kalan sıradan vatandaşlardan biri de benim.
Yani iki çift laf etmek benim de hakkım. Gözlemlediğim iki
temel problem var.
Birincisi bir kısım ilahiyatçı “Sizi gidi cahiller,
hayatınız hurafe, hiçbir şey bilmiyorsunuz” kıvamında “yayın” yapıyor. “Esas
din” dedikleri bir şey var. Ya da “doğru inanç”. Böyle ayırınca halk hep
yanlışta kalıyor. Söylemleri ilk başta, izleyende tatlı bir öğrenme hevesi
oluşturuyor. Fakat daha sonra bütün ömrünü kendi halinde bir mütedeyyin olarak geçirenler de bile örtülü
bir eziklik ve yetersizlik duygusu baskın çıkıyor. Bu nereden baksanız haksızlık! Üstelik hele
rasyonelist ekolden gelenler de "biz bu kadar okuduk, akademilerde dirsek
çürüttük, boşuna mı?" diyen bir kibir ve dayatma tavrı görüyorum ki, aman aman!
İkinci temel problem; daha çok tasavvufi meşrebe dayananlar
da gözlemlediğim bir özellik. Anlamlı bir zemine dayanarak da olsa, “bu
durduğum yer yetmez, daha yürünecek çok yolum var! “ mesajıyla başlayan
yukarıdan bakma hali. Sürekli sevgiden
söz eden bir nobranlık! Kalp kelimesi dayanakları açıklığa kavuşturulmadan ve o
kadar sık sarf ediliyor ki “yol”a olmasa
bile en azından dinlemeye talip insanların kendi hayatlarını baştan aşağıya “kalpsiz”
bulmalarına yol açıyor. Bu da haksızlık!
Hele şu malum “çile” konusu! O hocalara sormak isterim.
Halkın gündelik hayat çilesinin dinde yeri yok mu, sanıyorsunuz? Derdimiz derinlemesine
ilim ve hikmet mi? O zaman sorun yok!
Ancak iyi niyetle bile olsa, bu türden programlarda sürekli halkın itikadının
tartışma konusu yapılması yanlış ve “tehlikeli” değil mi? Geçenlerde Murat Küçükçiftçi’nin “İtikadi Popülizm”
başlıklı son derece ilginç konuşmasından alınmış notlara rast geldim. (www.populistkultur.com)
Orada Küçükçiftçi şunları söylüyor ki, yerden göğe kadar
haklı: “İnanma, bağlanma, sevip sayma gibi şeyler entelektüel bir çabanın ürünü
ya da sonucu değildir. Hidayet Allah’tan dır… Halk, Müslüman olduğu kadar da
mümin’dir. İnanır, inanıyor gibi yapmaz.
"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder