Bu Blogda Ara

25 Ekim 2014 Cumartesi

DAHA ŞANSLISINIZ!

Eğer bu sabah sağlıklı kalktıysanız;
Savaşın tehlikesini şahsen yaşamadıysanız,
Hapis olmanın çaresizliğini hissetmediyseniz
Veya
Açlığın semeresini çekmediyseniz
ELLİ MİLYON İNSANDAN, DAHA ŞANSLISINIZ.

Buzdolabınızda yiyecek, sırtınızda giyecek,
Başınız üstünde çatınız var ise
Dünya'da ki insanların %75'İNDEN DAHA ŞANSLISINIZ.

Bankada paranız, cüzdanınızda paranız varsa
Dünya'da ki %8 zengin insanların arasındasınız.

Bu yazıyı okuyabiliyorsanız;
Okuma bilmeyen
2 TRİLYON İNSANDAN, DAHA ŞANSLISINIZ.

Bu kadar ŞANSLI olduğumuza göre daha anlayışlı ve paylaşıma açık olabiliriz. 

Ve  çocuklarımızı bu vasıflarla yetiştirebiliriz.

Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, edâ, iklim;
O benim, zaman mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul….

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahrete perdelik….
Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır’at
Pırlantadan kubbeler belki bir milyar kır’at….
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare?
Hayatta canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet….
O mânayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul
İstanbul….

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni Dünya’dan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar….
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ut gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ”Katibim”i…

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak…
İstanbul,
İstanbul….

Bu fotoğraflar için Fotoğraf Sanatçısı
Sayın Sema Karlıova'ya teşekkürlerimle
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adâda rüzgâr! Uçan eteklerden sorumlu…
Her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan, Türkçesi bülbül kokan
İstanbul, İstanbul….



Necip Fazıl Kısakürek, Çile, 1958

Elbirliği İle Kurulan Düşkünler Evi

Darülaceze


Yüz on sekiz yıllık Darülaceze! Padişah Sultan Abdülhamit Han (cennet mekân) tarafından yaptırılmıştır. 

Abdülhamit Han dil, din, ırk gözetmeksizin dilencilere, sokakta yatan evsizleri ıslah ederek bir araya toplayıp sanat sahibi yapmak, bilhassa yaşlı kimsesizlerin kalabileceği ömürlerini huzur içinde geçirmek maksadıyla şehirde bir Darülaceze “Düşkünler Evi” kurulmasını emreder. 



Ancak müessesenin inşaatı için para temin etmek gerekmektedir.

15 Ekim 1890’da toplanan Meclisi Mahsus-i Vükelâ bu işi yapmak üzere emin kişilerden bir heyet kurulmasına karar verir.


İnşaat masraflarını karşılamak için yoksullar hariç, bütün şehir ve kasabalarda yaşayanlardan ikişer kuruş alınması düşünülür.






Sefir eşleri yardım toplamak üzere Beyoğlu’nda bir dernek kurmaya karar verir. 



Sultan Abdülhamit Han da özel eşyalarını, müzayedeye çıkarttırarak 7.000 altın lira gelir sağlar, 10.000 lira da bağış yapar.






Böylelikle temin edilen inşaat parasıyla 6 Ekim 1892 tarihinde 21 koyun kesilerek Darülacezenin temeli atılır.


1895’te resmen açılır.

Tam 118 yıldır şefkate açılan bu müessesede 3 dine ait ibadethanelerin bulunması da Darülacezenin önemli ayrıcalıklarındandır.