(Necip Fazıl Kısakürek)
Bugün neredeyse konuşanı kalmamış olan İstanbul Türkçesinin kendisine has bir musikisi, telâffuzu, özel vurguları, değimleri ve atasözleri vardı. Abdullah Suphi ile Halid Ziya bir gün Paris Metrosunda karşılaşır, nicedir özledikleri anadilleriyle koyu bir sohbete dalarlar. Metrodan çıkarken bir Fransız yanlarına gelir, maruz görülmesini rica ettikten sonra, öteden beri dillerin musikisi ile ilgilendiğini ve yol boyunca hangi dille konuştuklarını çok merak ettiğini söyler. Türkçe olduğunu öğrenince “şimdiye kadar bu dili duymak fırsatını bulamadığına müteessir ve şimdi duyduğuna da pek mütehassis” olduğunu belirterek şöyle devam eder: “eğer bu istasyonda inmeseydiniz mahzâ konuşmanızı işitmek için sizi devam edeceğiniz istasyona kadar takip edecektim. Ne eski bir millet olduğunuz anlaşılıyor; zira lisanınızın bu ahenkli ve musikili inceliğine ermek için uzun zamanların sarf edilmiş olması iktiza eder.”
Divan şairleri çok çeşitli ve zengin
kaynaklardan beslenen bu Türkçe’yi asırlar içinde kazandığı bütün nüansları ve
incelikleri ile kullanmayı iyi bilir, sesine büyük bir ustalıkla hükmederlerdi.
Eski şiir, devlet çapında yaygın olmakla beraber, esas itibariyle İstanbul’un
sesi ve şiiriydi:
Ölsün mü neylesün olan aşufte hüsnüne
Kurbanın olduğum seni sevmek hatâ mıdır?
(Nahifi)
O gül endam bir şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün.
(Enderunlu Vâsıf)
Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.
(Mahir)
Gel söyleşelim cümle geçen demleri cânâ.
(Sâmî)
….
Ağlatmayacaktın, yola bakdırmayacaktın
Ol va’de-i tekrâr-be-tekrârı unutma
(Esrar Dede)
Diyen şairler, İstanbul’da derinliğine
yaşanmış aşkları İstanbul Türkçesinin en süzülmüş şekliyle dile getirmişlerdir.
Bakî, Nâbî, Nedim, Şeyh Gâlip, Enderunlu Vâsıf, İzzet Molla gibi şarilerin
şiirlerini bezeyen bağlar, bahçeler, serviler, çınarlar, lâleler, güller,
nergisler, sümbüller İstanbul’un şehir estetiğini, iklimini ve tabiatını
yansıtır.
Eski şiire aşina olanlar, mesela:
Sen bî-haber hayalin ile gûşelerde biz
Tâ subh olunca hergice ayş-ü dem eyleriz
(Nedim)
Kadem kadem gece teşrifi Nailî o mehin
Cihan cihan elem-i intizâre değmez mi?
(Nailî)
Nâbî hayâl-i şi’r dahi şeb bulur nizâm
Her bezm-i râz çün bulur üslûb şeb-be-şeb.
(Nâbî)
Gibi söyleşilerinde İstanbul’un büyülü
gecelerini hissederler. Yine de İstanbul’u anlayabilmek için:
Ko kafes nâlisini name-i pey-der-peye gel
Râygân dinleyelim bülbülü İstinye’ye gel.
(Şeyhülislam Yahya)
Göksu bir nâhoş hava şimdi
Çubuklu pek zihâm
Sevdiğim tenhâca çektiysek mi sa’dâbâd’e dek.
(Nedim)
Gice Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû
Mâh-tâb eyleyerek eyledi azm-i Göksu.
(Esrar Dede)
Beşir
Ayvazoğlu, Şehir ve Kültür İstanbul, Ahmet Emre Bilgili, Ekim 2011, Profil
Yayıncılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder