Bu Blogda Ara

6 Eylül 2016 Salı

Sanat Tarihimizin Bilinmeyen Bir Ressam

Ali ül- Nakşibendi er Rakım
Azade Akar
(Fotoğraflar: Sami Güner)

Türk sanatının en ilginç yanı, abidelerini tüm eserlerini ve özellikle el yazması kitaplarını süsleyen binlerce ve binlerce harikulâde,  hoş, her yönüyle Türk kokan motifleridir. Motif türlerinin arasında en zengin bölümü şüphesiz çiçekler ve diğer bitkiler kapsar. Türk sanatkârlarının kendilerine mahsus özellikler taşıyan bitkisel motiflerden faydalanarak yarattıkları eserleri kaleme alan kitaplar, albümler hazırlamak hiç de zor olmasa gerek diye düşünürüz.

On altıncı yüzyıla kadar çok stilize olarak hazırlanan bitkisel süsleme, 16. Ve 17. Yüzyıllarda kendine öz bir karakter kazanarak, stilizasyon ile birlikte yoğunlaşan bir natüralizme dönüktür. 18. Yüzyıldan itibaren ise batı etkisi kendini gösterir. Borak, rokoko ve ampir üslûpları diğer motiflere olduğu kadar, çiçek süslemelerini de etkisi altına alır. Böylelikle Türk sanatında “ şükûfe tarzı “ adını alan, naturalist hatta natür-mort anlayışına bürünen bir çiçek süslemesi oluşur. 

Topkapı Sarayı Hareminde yemek odası buketleri, üstat Ali Üsküdarî lakeleri ve resimleri (1) Tuhfe-i Gaznevi Mecmuası (2), yazmaları, lakeleri ve tahta işlerini süsleyen Edirnekâri resimler bu ekolün en güzel örnekleri arasında sayılabilir.

Bu yazımızda, şimdiye kadar adı duyulmamış seçkin bir ressamımızı, veya eski tabiri ile Nakkaşımızı takdim etmekle şeref duymaktayız: Çiçek dünyasını, ampir ve barok üslûplarının etkisinde ancak kendine öz bir tavır ile resmeden Ali ül- Nakşibendei erRakım (3)

Elimizde 1807 (1222 H.) tarihinde resimlenmiş olduğunu resimlenmiş olduğunu tahmin ettiğimiz bir kitap, bu ressamımız hakkında bize bir hayli bilgi veriyor. Bu tek kitabın dışında kişiliği ve diğer eserleri hakkında henüz hiçbir belgeye ve ize tesadüf edilmemiştir. Ancak bugün Türkiye Kütüphanelerinde Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Sayın Muammmer Ülker şöyle dediler: “Elimizdeki kitabın ketebesi, bu yazınızın senedidir. Bundan iyi yazılı belge olabilir mi?” Gerçekten çok haklı idiler. Kitabımız gerek resimleri, gerek ketebesi ile bize çok şey anlatıyor. Hiç olmasa Ali ül-Nakşibendiyi tanımaya şimdilik yeterli oluyor.

Kitabın saray için yazıldığı ve resmedildiği ortadadır. Bize gelişi de Mahmut Celâleddin Paşa ahfadının kanalı ile olmuştur. Paşa, saraya damat olduğuna göre, kitabın eşi Cemile Sultan’ın çeyizi yolu ile aileye geçmiş olması en kuvvetli ihtimaldir. Ayrıca kitabın bütün süsleme unsurlarının çiçek ve yapraklar oluşu, hareme yapıldığı, çok itinalı ve temiz olması da sultan  hanımlar için hazırlanmış olması fikrini kuvvetlendiriyor.

El ve erRakım, burada ressamın kesinlikle mahlası (lakabı) oluyor. Yazan, çizen anlamına gelen bu kelime, Ali ül-Nakşibendi’nin yazıyı bildiğini, hatta hattat olabileceğini belirtiyor. Kitapta metin yazısı dışında 112 çeşit tezhipli başlık, durak ve müzehhip imzasında, değişik bir el tarafından beyaz boya ile yazılmış yazılar var. Bunlar ihtimal fırça ile yazılmış işlek bir yazıyı göstermektedir. Büyük bir ihtimalle ressamımızın kendi el yazısı olmalıdır.

(Kültür Bakanlığı SANAT Dergisi, Yıl:3, Sayı:6 Haziran )

Seçtiğim bir kaç güzel söz'den...


İnsanı insan yapan, yaşadığı ıstıraplardır. (Anonim)

İnsan tebessümle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. (Lord Byran)

Sabır Nedir?
Acıyı, yüzünü ekşitmeden yudum yudum içine sindirmektir. ( Cüneydi Badadi)

Herkes akıntıyla birlikte yüzebilir. Ancak cesaretli olanlar, akıntıya karşı yüzmeyi deneyenlerdir. (Anonim)

Hayatı olduğu gibi kabul et, ağırlığına razı ol, ıslahına çalış. (Anonim)

İnsanın yaradılışı, “Allah’ın kudretini” insanlara göstermek için yeter. (Anonim)

Dünya’da ne varsa lütuftur, Ahiret ise Allah’ındır.

İnsan, Allah’ın bütün sofalarını cem eden tek varlıktır.

Nefsini bilen rabbini bilir.

Sosyal veraset; çocukluğundan itibaren etrafında cereyan eden hadiselerin seni yönlendirmesidir.

Bilmediğini bilmek, en iyisidir. Bilmeyip te bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır. (LaoTzu)

Kendini çok zorlama. En güzel şeyler, onları en az beklediğinde gerçekleşir. (Fight Club)


Senin iyiliğini isteyen kimse yoldaki dikeni sana söyleyendir. Yolunu kaybedene iyi gidiyorsun diyen de zalimdir. (Sadi Şirazi)

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Ağırlığınca Altına Yazılan Kitap

KİTAB ÜL HAŞAYİŞ 
(Materia Medica)

Batı, bugünkü gelişen tıbbı, eczacılığı Müslümanlara borçludur. İslâmiyet olmasaydı batının bugünkü tekâmülü de olmazdı. 
(İbrahim Hakkı Konyalı)

Tarih gelişimi içinde, Küçük Asya- Anadolu, insan medeniyetinin beşiği olmuştur. Müslümanlar bu medeniyetin faydalı bilgilerini alarak geliştirmişler ve Endülüs- İspanya yoluyla batıya vermişlerdir. Batının bilim ve teknik yönünden ilerlemesinde de Müslüman Türklerin payı vardır.

Müslümanların alıp batıya verdikleri ilimlerin başında tıp, eczacılık “Saydale” gelir. Müslümanlar klasik kaynakların “köylü Kilikya” dedikleri topraklardan şimdi Adana’nın Ceyhan ilçesine bağlı “Anavarza” köyünde miladın 64. Yıllarında doğan Dioskoridis’in tıbba ve eczacılığa dair büyük kitabını Yunanca’dan, Arapça’ya çevirmemiş olsalardı, batının bugünkü tıbbı ve eczacılığı da olamazdı.
3 ciltlik bu kitapta resmedilen bitkilerden bazıları:
(Fotoğraflar: Sami Güner)


Dioskoridis miladın 1. Yüzyılının 2. Yarısının başlarında doğmuş olmasına rağmen hristiyan olmamış, putperest kalmış bir Anadolu’lu dur. Anavarza büyük medeniyet merkezi eski bir şehir idi. Arap kaynaklarına (Aynzerba) şeklinde geçmiş küçük bir değişiklikle önce (Anazarba) daha sonra da “Anavarza” olmuştur.

Yakut-i Hamevî, Mücem-ül Büldan’ın da bu kelimeyi (Aynzerba) şeklinde almıştır. İnceleyeceğimiz kitapta da böyle geçer. Yakut-i Hamevî; bu adın Arapça “koyun yatağı” ve “koyun ağılı” anlamında Arapça “zereb” ile yine Arapça “pınar” anlamına  “ayn” kelimesinden yapılmış olmasını tahmin ederek, burasının sınır beldelerinden “Masisa- Misis” civarında bir şehir olduğunu, burasının 180 h. 796 M. Yılında Harun-ur Reşid’in fethettiği, kalesini yeniden yaptırdığını, Horasan’dan Türkler getirerek yerleştirdiğini ve bunlara mukataalar verdiğini yazar.

3 ciltlik bu kitapta resmedilen bitkilerden bazıları:
(Fotoğraflar: Sami Güner)
Dioskoridis’in sonradan “Kitab-ül Haşayiş, Tercüme-i Haşayiş” şekillerinde adlandırılan bu kitabı olmasaydı, bugünkü tıpta, eczacılıkta olmayacaktı.

Tıbbın babası sayılan Calinos da Anadolu’ludur. Dioskoridi’ten 67 yıl kadar sonra 131 M. Yılında Bergama’da doğmuş ve 200. Yılında orada ölmüştür. Dioskoridis’in kitabı hakkında şunları söyler:

“Çeşitli milletlerin tıbba dair 14 büyük kitabını okudum. Fakat Dioskoris’in kinden daha mükemmelini bulamadım..." 

Dioskoridis’in Yunanca kitabının adını bilemiyoruz. 392 H. 1001 M. Yılında ölen İbn-ün Nedim kitabında “Dioskoris-il-Aynzerbi” başlıklı yazısında Dioskoridis’i metheder ve çok zeki olduğunu, insanlığa büyük faydalarının dokunduğunu yazdıktan sonra devrinin biline yerlerinde çokgezerek, incelemeler yaptıuğı için kendisini “gezgin” anlamına “saih” denildiğini, karalarda, adalarda ve denizlerde incelediği şeyleri resimlendirerek çok faydalı şeyler hazırladığını söylerken bu kitaplarının adını da verir:

3 ciltlik bu kitapta resmedilen bitkilerden bazıları:
(Fotoğraflar: Sami Güner)
Kitab-ül Haşayiş: 
Beş makaleden, ayrıca hayvanlar ve zehirler adlı 2 makaleden meydana gelmiştir. Bu iki makalenin Huneyn’e veyahut Hubeyş’e ait olduğunun söylendiğini de ilave eder. 

Müslümanlar eski medeniyetlerin unutulan, fakat yararlı kitaplarını ortaya çıkarıp tercüme ettirerek, bunlardan tüm ulusların yararlanmalarına ve bugünkü medeniyetin doğmasına büyük katkıları olduğu artık herkesçe bilinen bir gerçektir.

Abbas oğulları zamanında Harun-ur Reşid’den başlayarak El Emin, El Memun, El Mustasım Billah, El Vasık Billah ve El Mütevekkil Alellah zamanlarında, eski medeniyetlerin egemenliklerini sürdürdükleri çağlarda çeşitli dillerde yazılmış, fakat unutulmuş kitapları büyük paralar sarf ederek Arapça’ya tercüme ettirmişlerdir. 

Halifelerden başkalarının da bu hususta büyük çalışmaları vardır. Büyük bir Türk olan Bermekîlerden Halid oğlu Yahya da bu husustaki çalışmaları ile çok tanınmıştır.

Yunanca’dan, Hintçe’den, Farsça’dan, Süryanice’den, İbranice’den, Latince’den, Nabatça’dan (Kaldece) birçok kitaplar Arapça’ya çevrilmiştir. Bermekî  Yahya’da Hindistan’dan, Rum’dan (Rom’dan) bir çok kitaplar getirtmiş ve Arapça’ya çevirtmiştir. Huneyn’in maiyetinde çalışanlardan biri de Basil oğlu İsteban adlı bir hristiyandı. Bu da büyük bir nebatat bilgini, eczacı, tabip ve ressamdı. İsteban Dioskoridis’in kitabını arapça’ya çevirmiş, yalnız Arapça’da karşılıklarını bulamadığı kelimeleri olduğu gibi bırakmıştır. Baş mütercim Huneyn de bu tercümeyi okumuş, lâzım gelen düzeltmeleri yaparak Memûn’a sunmuştur.

3 ciltlik bu kitapta resmedilen bitkilerden bazıları:
(Fotoğraflar: Sami Güner)
1062 yıl önce Bizanz İmparatoru Armanyos (945- 959 M.) Endülüs halifelerinden 3. Abdurrahman’a( 912-961 M.,  300-354 H.) birçok kitaplar hediye etmişti. Bunların arasında Dioskoridis’in Yunanca kitabı da vardır. Kurtuba’da Latince bilen birçok İslâm Âlimi bulunuyordu. Fakat Yunanca bilen yoktu. 

Halife Abdurrahman Bizans İmparatorundan yunanca bilen bir Âlimin de gönderilmesini istedi. İmparator 951 M. Yılında Kurtuba’ya Nikola adlı bir papaz gönderdi. Papaz bu kitabı Latince’ye çevirdi ve Yunaca kelimelerin on tanesi müstesna olmak üzere hepsinin Arapça karşılıklarını buldu.

Bugün Nikola’nın tecüme ettiği eser gibi Dioskoridis’in asıl Yunaca metni de yoktur. Yalnız İsteban’ın tercümesi vardır. İçlerinde sonradan hükümdar olan bazı Avrupa’lılar Kurtuba Da-rül-Fünun’da tahsilde bulunurlarken, Dioskoridis’in bu kitabını okumuşlar ve üzerinde işleyerek bugünkü tıbbın ve eczacılığın temelini atmışlardır. 

Batı bugünkü gelişen tıbbı ve eczacılığı Müslümanlara borçludur. İslamiyet olmasaydı, batının bugünkü tekâmülü de olmazdı. Batı, tekniği gibi tıbbını ve eczacılığını da Müslümanlara borçludur.

( Kültür Bakanlığı SANAT Dergisi, Yıl:3, Sayı:6 Haziran )

28 Şubat 2016 Pazar

Osmanlının Yetiştirdiği Son Hanım Hattatlar

1. SELMA HANIM

Selma Hanımın günümüze nakledilebilen nadir çalışmalarından...
Zahide Selma Hanım, sadrı esbak Âli Paşanın küçük kızıdır. 1857 (1274 H.) babasının Bebek'de ki yalısında doğdu.

Hususî suretde tahsili ilm etdi. Tab’an husni hatta mail olduğundan yazıya çalıştı. Bebekte yalı komşusu olan Kadı Asker Mustafa İzzet Efendiden ta’lik meşk ederek icazet aldı. Numune olarak derç edilen yazı, ailesi tarafından Keçecizade Salih Fuat beye verilmiş, onun müsaadesi ile “Tarih hazinesi” adlı mecmuaya konmuştur.
Babasının Mercan’da ki camiinin minderinin kapusunda Kelime-i Tevhid yazılı bir levhası vardı. Mercan yangınında camii ile beraber yanmıştır. Şeyh Vefa türbesinin penceresi üstünde de bir yazısı vardır. 1874 (1291 H.) de Müşir Çerkez İsmail Paşazade Erkânı Harbiyye Yüzbaşısı Hüseyin Nâzım beyle (Paşa) evlendi. Üç  erkek, iki kız evlâdı oldu.

1895 (1313 H.) de vefat etti. Süleymaniye Camii Haziresinde babasının kabrinin civarına defn olundu.

Kabrinin Kitabesi (Sülüs)

“Sadrı esbak esseyyid Mehmet Âli Paşa merhumun kerimesi ve Piyade reisi sanîsi Hüseyin Nâzım Paşanın halilei muhteremesi hattatı şehire merhume ve mağfirün leha  Zahide Selma Hanım Efendinin ruhiçün rıza en lillâh el fatiha. 
Sene 1313 sevvedehu Vasfi”



Zihni Efendi  de diyor ki:

“ İşittiğimize göre asrımız zamanından bir de Zahide Selma Hanım vardır ki merhum Âli Paşa kerimesidir. Hüsni Hat ve edeb ile ma’rufedir. “
Habip Efendi “hat ve hattatan” da diyor ki:

“ Zahide Selma Hanım, sadrı merhum Âli Paşanın kerimei muhteremeleri olub hututı mütenevviayı eyu yazdıkları gibi ta’likde dahi merhum İzzet Efendinin mez’undur.

Mesacid ve tekâya ve  Hihanikahlarda ba’zı elvah ve hâsarları ru nüma ve kendileri iffet ve istikametle ruşenadırlar.”

Cilvenaz Hanımın nakledilebilen çalışmalarından...

2. CİLVENAZ HANIM

Hüviyetini tahkika imkân bulunamayan hattatlardandır.  

İsmine bakılırsa seraya, yahud kibar dairelerinden birine mensup olması muhtemeldir. 

Hilyei şerifenin ketebesi şu mısra’dır:

“ Ya Muhammed 
kıl şefaat 
ümmetindir 
cilnevaz“ 

Sene 1257 aslı, kitabçıların okur yazarlarından Raif Efendi de, görülerek Nurullah Pertev Bey tarafından fotoğrafla istinsa ve tevdi edilmiştir. “



3. FERİDE HANIM
Feride Hanım, Kastamoni  ulema ve şuarasından  Beharzade Hammamî Mehmet Raşit Efendinin kızıdır. 1837 (1253 H.) de Kastamoni de doğdu.
Feride Hanımın günümüze nakledilebilen nadir çalışmalarından...
Yedi yaşında Kur’anı Kerimi hıfz etdi. Babasından Arabî ve Farisî teallüm ve sülüs ve nezh temeşşuk etdi. “Tuhfei Vehbi” okumağa başladığı esnada şiire heves etdi. Bir müddet sonra babasının eş’arını tanzir etmeğe başladı. Yazıdan hicazet aldıktan sonra sekiz Mushafı Şerif ve Muhammediye yazmışdır.
Zaptiye Müşiri Bolulu İzzet Paşanın Divan Kâtibi olub bilâhare Zaptiye Meclisi Âzalığına tâyin olunan Kastamonili Ali Raif Efendi, Kastamoniye giderek Feride Hanımla izdivaç etdi. 1852 (1269 H.) birlikde İstanbul’a geldiler. Bilâhare Refikası ile beraber Batum’a gidüp avdetinde 1858 (1274 H.) de vefat etdi. Yirmibir yaşında zevcini gaip eden Feride Hanım fevkalâde müteessir olarak mersiyeler söyledi. Bir daha teehhül etmedi. Edebî tetebbuat ie meşgul oldu. 1871 (1288 H.) de ikinci deffa  müsin ve alil olduğundan uzun müddet kalamayarak Kastamoniye döndü. Babasının 1878 (1295 H.) de vefatından büsbütün müteellim oldu. İnziva etdi. Tarikatı Şabaniyeye mensub olduğundan evrat ve eskâr ile demgüzar oldu.

1903 (10 cumadelûula 1321 H.) de vefat etti. Kastamonide Yakub Ağa Camii haziresinde babasının ve annesinin yanına defn olundu. İki deffa Kastamoni niyabetinde bulunmuş olan Tırnakçızade Ziver Bey, Feride Hanım hakkında şu kıtayı söylemişdir:
“ Beharzadei  danişverin kerimesidir.
Sühan Şinasü hünerver  Faridetüleyyam
Nisanda ehli Sühan nadirattandır, anı
Hüda o pîri sühendane eylemiş in’am. “

Zevcinin yadigârı olan saati gaip olmasından dolayı pek ziyade teessür ederek şu gazeli söylemişdir:
“ Ah kim çıktı elimden koynumun zer saati
Hasretiyle kalmamıştır gönlümün hiç rehati
Yad gâri yâr idi, doğru gider gam har idi
Yirmibeş yıldan beru etmiş idim ünsiyeti

Zer gibi zerd ola ruyı, hem ayrı nakş ola
Mekr ile bigâneler yer eyledise sirkati
Yelkuvan veş ruzü şeb zevki içün çeksün te’ab
Soksun akrepler vücudün göre rencü mihneti
Kıldı rakksı felek çarh gibi sergerdan beni
Niçe dolaplar ile verdi bana çok zahmeti
Yekdürür zinciri zülfiyâr ile bend olması
Kayd olup derdü game çekmekten ise firkati

Ben Feride veş gamü mihnetle ferdim dehrde
Geçmedi âlâmsız bi’çarenin bir saati.


Servet Hanımın nakledilebilen çalışmalarından...
4. SERVET HANIM

Emine Servet Hanım -  Taifte ikamete memur iken vefat eden Esbak Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendinin küçük kızıdır. Annesi Fatma Zehra Hanımın babası, “Arpacılar Sofısı” denmekle ma’ruf Baçekapusunda Arpacılar Camii İmamı ve Vakfımütevellisi Hafuz Ahmed Efendidir.

Haydarpaşada hamam sahibi Âbidin Bey namında biri ile izdivaç etdi.

Evladı olmadı. Zevc Ümmi olduğundan imtizaç edemeyerek ayrıldı.

Annesinin vefatından sonra İstanbul’da kalmak istemedi. Medine de bulunan büyükbabası Ahmed Efendinnin yanına gitti. Orada kaldı. Vefat tarihi malûm değildir.

Muhsinzade Abdullah Beyden sülüs, nezh ve celî teallum ederek hicri 1289 senesinde icazet aldı. Dokuz hilyei şerife yazmıştır. “Çocuğum yoksa da vesilei rahmet olacak dokuz evladım vardır” dermiş.

Hilyelerden biri, Arpacılar camiindedir. Diğeri Şeyhülislam Turşusuzade Ahmet Muhtar Efendinin necibi esbak Adliyye Nazırı Necmeddin Molla Bey merhumda idi. Vaki’ olan reca üzerine Molla Bey merhumun damadı üstadı muhterem Ebulalâ Bey, fotoğrafını aldırarak, tevdi’eylediği gibi refikayı mükerremesi de Servet Hanımın tercümei halini istihsal etmişdir.

Son Hattatlar, Milli Eğitim Basınevi  1970, İbnül Emin Mahmud Kemal İnal