Azade Akar
(Fotoğraflar: Sami Güner)
Türk sanatının en ilginç yanı, abidelerini
tüm eserlerini ve özellikle el yazması kitaplarını süsleyen binlerce ve
binlerce harikulâde, hoş, her yönüyle
Türk kokan motifleridir. Motif türlerinin arasında en zengin bölümü şüphesiz
çiçekler ve diğer bitkiler kapsar. Türk sanatkârlarının kendilerine mahsus
özellikler taşıyan bitkisel motiflerden faydalanarak yarattıkları eserleri
kaleme alan kitaplar, albümler hazırlamak hiç de zor olmasa gerek diye
düşünürüz.
On altıncı yüzyıla kadar çok stilize olarak
hazırlanan bitkisel süsleme, 16. Ve 17. Yüzyıllarda kendine öz bir karakter
kazanarak, stilizasyon ile birlikte yoğunlaşan bir natüralizme dönüktür. 18.
Yüzyıldan itibaren ise batı etkisi kendini gösterir. Borak, rokoko ve ampir
üslûpları diğer motiflere olduğu kadar, çiçek süslemelerini de etkisi altına
alır. Böylelikle Türk sanatında “ şükûfe tarzı “ adını alan, naturalist hatta
natür-mort anlayışına bürünen bir çiçek süslemesi oluşur.
Topkapı Sarayı
Hareminde yemek odası buketleri, üstat Ali Üsküdarî lakeleri ve resimleri (1)
Tuhfe-i Gaznevi Mecmuası (2), yazmaları, lakeleri ve tahta işlerini süsleyen
Edirnekâri resimler bu ekolün en güzel örnekleri arasında sayılabilir.
Bu yazımızda, şimdiye kadar adı duyulmamış
seçkin bir ressamımızı, veya eski tabiri ile Nakkaşımızı takdim etmekle şeref
duymaktayız: Çiçek dünyasını, ampir ve barok üslûplarının etkisinde ancak
kendine öz bir tavır ile resmeden Ali ül- Nakşibendei erRakım (3)
Elimizde 1807 (1222 H.) tarihinde resimlenmiş
olduğunu resimlenmiş olduğunu tahmin ettiğimiz bir kitap, bu ressamımız
hakkında bize bir hayli bilgi veriyor. Bu tek kitabın dışında kişiliği ve diğer
eserleri hakkında henüz hiçbir belgeye ve ize tesadüf edilmemiştir. Ancak bugün
Türkiye Kütüphanelerinde Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Sayın Muammmer Ülker
şöyle dediler: “Elimizdeki kitabın ketebesi, bu yazınızın senedidir. Bundan iyi
yazılı belge olabilir mi?” Gerçekten çok haklı idiler. Kitabımız gerek
resimleri, gerek ketebesi ile bize çok şey anlatıyor. Hiç olmasa Ali
ül-Nakşibendiyi tanımaya şimdilik yeterli oluyor.
Kitabın saray için yazıldığı ve resmedildiği
ortadadır. Bize gelişi de Mahmut Celâleddin Paşa ahfadının kanalı ile olmuştur.
Paşa, saraya damat olduğuna göre, kitabın eşi Cemile Sultan’ın çeyizi yolu ile
aileye geçmiş olması en kuvvetli ihtimaldir. Ayrıca kitabın bütün süsleme
unsurlarının çiçek ve yapraklar oluşu, hareme yapıldığı, çok itinalı ve temiz
olması da sultan hanımlar için
hazırlanmış olması fikrini kuvvetlendiriyor.
El ve erRakım, burada ressamın kesinlikle
mahlası (lakabı) oluyor. Yazan, çizen anlamına gelen bu kelime, Ali
ül-Nakşibendi’nin yazıyı bildiğini, hatta hattat olabileceğini belirtiyor.
Kitapta metin yazısı dışında 112 çeşit tezhipli başlık, durak ve müzehhip
imzasında, değişik bir el tarafından beyaz boya ile yazılmış yazılar var.
Bunlar ihtimal fırça ile yazılmış işlek bir yazıyı göstermektedir. Büyük bir
ihtimalle ressamımızın kendi el yazısı olmalıdır.
(Kültür Bakanlığı SANAT Dergisi, Yıl:3, Sayı:6 Haziran )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder