(Merhum Yahya Kemal Beyatlı'nın kıymetli Üsküdar şiiri ve diğerlerini, huşu içinde okuyoruz halen... minnettarlıkla ve hürmetlerimizle)
İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar!
Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der: “hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!”
Elli üç gün ne muhabbetli temaşa idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rü’ya idi o!
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan;
Elli üç günde o hengame görüşmüş buradan;
Canlanır levhası hala beşer ettikçe hayal;
O zaman ortada, her saniye, gerçek bir hal.
Gürlemiş Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı namıyla “Bütük Top” denilen ejderha.
Sarfedilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevkedilen yüz gemi geçmiş Halic’e;
Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul’a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş asırlarsa, hayalinde bunu.
Hayal Şehir
Git bu mevsimde, grup vakti, Cihangir’den bak!
Bir zaman kendini karşıdaki rüyaya bırak!
Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan.
O ilah isteyip eğlence hayal hanesine,
Çevirir camları birden peri kaşanesine
Som ateşten bu saraylarla bütün Karşıyaka
Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.
Mest olup içtiği altın şarabın zevkinden,
Elde bir kırmızı kaseyle ufuktan çekilen
Nice yüz bin senedir şarkın ışık mimarı
Böyle mamur eder ettikçe hayal Üsküdar’ı.
O ilahın bütün ilhamı fakat anidir;
Bu ateşten yaratılmış yapılar fanidir;
Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.
Az sürer gerçi fakir Üsküdar’ın saltanatı.
Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi aydınlığına
Ezeli mağfiretin böyle bir iklimde
Altının göz boyamaz kalpı kadar halisi de.
Halkının hilkati her semtini bir cennet eden
Karşı sahilde karanlıkta kalan her tepeden
Gece, bir çok fukara evlerinin lambaları
En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdar’ı
(Türk Klasikleri, Kendi Gök Kubbemiz, syf:24-25)
Ziyaret
Yine birlikte, bu mevsimde, Atik-Valde’deyiz;
Yine birlikte, bu mevsimde, gezip sezmedeyiz
Bu çınarlarla siyah servilerin gölgesini;
Bu şadırvanda suyun sanki ledünni sesini.
Eski mimara nasıl rahmet okunmaz burada?
Suyu cennetten akıtmış bu güzel manzara;
Bu duvarlarda saatlerce temâşâya değer,
Çini’den solmayacak bahçeler açmış yer yer;
Mânevi râhata ir çerçeve yapmış ki gören,
Başka bir alemi görmekle, geçer kendinden.
Bu ziyârette vakit geçti, güneş battı, yazık!
Haz ve duyguyla Atik-Valde’de bir gün yaşadık.
Atik Valde'den İnen Sokakta
-Nihad Sami Banarlı’ya-
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sukûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda birleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime:
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mâdem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür…”
Üsküdar’ın Dost Işıkları
Ötmekte fecre kadar horozlar birer birer;
Geçtikte her dakika belirmektedir seher.
Bilmem kaçıncı fecri vatan toprağında, biz,
Görmekle şimdi bir yaşatan vecd içindeyiz.
Etrâfı okşuyor Mayısın tâze rüzgârı;
Karşımda köhne Üsküdar’ın dost ışıkları…
Kimlersiniz? Ya bağrı yanık kimselersiniz!
Yahut da her sabâh uyanık kimselersiniz!
Dünyâ yüzünde, bir sefer olsun, tanışmadan,
Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an.
Sizlersiniz bu ân’ı ışıklarla Türk eden!
Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden!
Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizden’im,
Dünyâ ve ahrette vatandaşlarım benim.
(Türk Klasikleri, Kendi Gök Kubbemiz, syf:22-23-24-25-26-27)
MÂVERÂDA SÖYLENİŞ
Geldikti bir zaman
Sarı Saltık’la Asya’dan,
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a
dağıldık Sakarya’dan.
Seyrindeyiz atıldığı
sâhilsiz enginin,
Atmeydanı’nda ölmüş
“enelhak” şehidinin.
Merhûm Edirne Şeyhi
Neşâtî diyor ki:”Biz
Sâf aynalarda sır
oluruz öyle gaaibiz.”
Zâhid hayâl eder bizi
meyhâne zındığı,
Bilmez ki sen ve ben
hepimizdir tapındığı.
Gaaibde bir muhâvere
geçmiş de pek hafî,
Gaybî’ye söylemiş
bunu İdrîs-i Muhtefî.
(Yahya Kemal Beyatlı, Türk Klasikleri, Kendi
Gökkubbemiz, 1988)
Hüzün ve Hâtıra
Gurbette duyduğum
sonu gelmez hüzünleri,
Yaprakların döküldüğü
hicranlı günleri,
Andım birer birer
acıdım kendi hâlime.
Aksetti bir dakika uzaktan
hayâlime
Tenhâ Emirgân’ın
Çınaraltında kahvesi
Poyrazla söyleşir
gibi yaprakların sesi.
Hem başka hem de
hayli yakın karşı mabede,
Mermerle kaplı
çeşmede, mevzun kitâbede
Baktım Yesâri
hatlarının bir nefîsine,
Daldım coşup giden
denizin musikisine.
(Yahya Kemal Beyatlı, Türk Klasikleri, Kendi
Gökkubbemiz, 1988)
O TARAF
Gördüm ölüm diyârını
rü’yâda bir gece
Sessizlik ortasında
gezindim kederlice.
Durmuş saat gibiydi
durup geçmeyen zaman.
Donmuş sükût içinde
güneş görmeye cihan.
Hâkim yerde ufka kadar
uhrevî vakar;
Bir çeşme vardı her
tarafından zîya akar;
Geçtikçe bembeyaz
gezinenler üçer beşer;
Bildim ki âhiret
denilen yerdedir beşer.
Baktım hüzünle her
birinin benzi sapsarı.
Sezdim ki gövdesizdi;
hayâliydi boyları.
Bir başka semte doğru
dönerken bu gezmeden
Bir tas ziyâ alıp
içiyorlar o çeşmeden;
Allâhı şükredip
duruyorlar ve kol kola,
Sessiz, yavaş yavaş
dalıyorlardı bir yola.
Naklettiğim gibiydi
bu rü’yâda gördüğüm.
Rü’yâ bu. Yoksa başka
bir âlem midir ölüm?
(Yahya Kemal Beyatlı, Türk Klasikleri, Kendi
Gökkubbemiz, 1988)
Bir Dosta Mısrâlar
Kâmildir o insan ki
yaşar hatıralarla;
Bir başka kerem
beklemez artık gelecekten;
Her an doludur
gözleri cânan ve baharla,
Kâm aldı bilir
kendini, ömründe, felekten.
Bir kere sevip
vuslata erdiyse cihanda,
Ömrün iyi rü’yâsına
dalsın, uyusun rûh.
Bir zevk aramak
kaydına düşmekle zamanda,
Her gün yorulup,
nâfile bin yıl yaşamış Nûh.
Bir Yıldız Aktı
Bir Yıldız Aktı, gök
ve deniz sarmaşır gibi,
Vuslatta ilk öpüşmeyi
andırdı ansızın.
Birden kamaştı gözlerimiz,
baktım engine.
Hulyâlı mâvilikte bu
ânî parıldayış
Tek bir dakika
sürmedi, kayboldu, sır gibi.
Sandık ki uçtu gitti
bir altın kanatlı kuş.
Bir yıldızın zevâlini
gördük de böylece;
Yârab; dedik, nedir
bu muammâsı hilkatin?
Fânîlik ortasında
yüzen sâde-dil beşer
Herhangi bir şekilde
umar bir bekaa bulur.
Gece
Kandillli yüzerken
uykularda
Mehtâbı sürükledik
sularda.
Bir yolda parıldayan,
gümüşten
Gittik… Bahs açmadık
dönüşten.
Hulyâ tepeler, hayâl
ağaçlar…
Durgun suda dinlenen
ymaçlar…
Mevsim sonu öyle bir
zaman ki
Gaaip bir mûsîkîydi
sanki.
Gitmiş kaybolmuşuz
uzakta,
Rü’yâ sona ermeden
şafakta…
Akşam Mûsıkîsi
Kandillide, eski
bahçelerde,
Akşam kapanınca perde perde,
Bir hâtıra zevki var
kederde.
Artık ne gelen ne
beklenen var;
Tenhâ yolun ortasında
rüzgâr.
Teşrin yapraklarıyla
oynar.
Gittikçe derinleşir
saatler,
Rikkatle yavaş yavaş
ve yer yer
Sessizlik dâimâ
ilerler.
Ürperme verir hayâle
sık sık,
Her bir kapıdan giren
karanlık,
Çok belli ayak
sesinden artık.
Gözlerden uzaklaşınca
Dünyâ
Binbir geceden
birinde gûyâ
Başlar rü’yâ içinde
rü’yâ.
İstinye
İstinye Körfezinde bu
akşam garipliği
Bir mihnetin sonunda
teselli kadar iyi.
Hulyâ, serinleşen
köyün, her an morartıyor;
Sessiz gelen
saat-başı sürdükçe artıyor.
Durgunlaşıp bir ayna
kadar parlayan suda,
Dünya güzel göründü
resimleşmiş uykuda.
Binlerce lâle
serpili, yüzlerce bahçeden
Beş yüz yılın
kadehleridir şimdi yükselen.
Eşsiz Boğaz! Şerefli
hayâlin derindedir!
Senden kalan o
levhada her şey yerindedir.
Eylül Sonu
Günler kısaldı.
Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta
geçen Sonbaharları.
Yalnız bu semti
sevmek için ömrümüz kısa…
Yazlar yavaşça
bitmese, günler kısalmasa…
İçtik bu nâdir içkiyi
yıllarca kanmadık…
Bir böyle zevke tek
bir ömür yetmiyor, yazık!
Ölmek kaderde var,
bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan
ayrılışın ıztırâbı zor.
Hiç dönmemek ölüm
gecesinden bu sâhile
Bitmez bir
özleyiştir, ölümden beter bile.
Fenerbahçe
Dün Fenerbahçede
gördüm
İri bir zümrüt
içindeydi bahar…
Bir mücevherde yalan
bir cennet
Görünür;
Çağlayanlar dökülür
yüksekten,
Çeşmelerden su akar
rengârenk.
Göğe ser çekmiş
ağaçlar yücelir.
Bu mücevherde fakat
Vatanın en gerçek
En gerçek
En sevilmiş ve
gezilmiş yeri var;
Üç taraftan denizin
sardığı yer.
Bu büyük zümrütte
Varsa her aşkın uzun
hâtırası,
Varsa her sevgili,
her sevdâlı
Varsa engin geceler,
gündüzler,
Bu derin zümrütte
Biz de cânanla
beraber vârız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder