Bu gün gerek Haliç, gerek Zeyrek’ten görünüşünde, ahşap ev ve konakların üstünde, onları adeta kanatları altına almış, gururlu ve huzur içindeki edası ile Süleymaniye artık yok gibi.
O zarif görüntü, ahşap evlerin o pencere senfonisi hayal oldu. Türk mimarisi sözü arkasından hemen aklımıza ve dilimizin uçuna geliveren sözcükler; Sinan, Selimiye ve Süleymaniye oluyor.
Hepimizin
hem hayranlığını çeken hem de övünme sebebi olan bu sözcüklerden Süleymaniye
Camiini konu alan bir yazı yazmak ilk bakışta ne kadar kolay görünüyor. Hemen
herkesin iyi bildiği, çok kereler ziyaret ettiği, hatta namaz kıldığı yerli
yabancı birçok uzmanın hakkında yazı yazdığı bir yapıyı tekrar anlatmak zor
olmasa gerek. Evet, belki usta yazarların yazılarından bir yazı,bir makale
derlemek zor olmayabilir. Ancak insanın Süleymaniye karşısındaki kendi
duygularını, düşüncelerini derleyebilmek ve bir ak kâğıda dökebilmek o kadar
güç ki.
Süleymaniye Camii denilince de önce akla Ayasofya ve ikisi hakkındaki yazılar, benzetmeler geliyor. Bu da beni eski eserleri tanıma, emekleme günlerime götürüyor ver ErnstDiez ile Sedat Çetintaş’ın bu konudaki yazılı düellolarını hatırlatıyor.
Nedense, genellikle batılı islâm sanatı yazarları 1959 yılındaki ilk Türk Sanatı Kongresine kadar,
İslâm Sanatı içinde kendine has bir Türk Sanatı olduğunu kabul etmek istemezlerdi.
Bunların bir kısmı da Süleymaniye Camiinin, Ayasofya’nın bir kopyası taklidi olduğunu söylemekten zevk alırlardı. Gerçi Ayasofya hakikaten “Çağ-dışı çağ-ötesi-bir anıttı.”Böyle çağından en az bin sene ötesine taşan bir eserin kendinden sonra gelenleri etkilememesi düşünülemez. Aslında bütün medeniyetlerin bir birini etkilemesi doğal ve gelişimin başlıca öğelerinden biridir.
Anadolu’ya kubbe ve tromp’u
bilerek gelen Türkler de; burada gördükleri
kubbenin değişik yorumlarını, malzeme kullanışlarını, mekân
gelişmesi konularındaki farklı imkânları, yeni bir anlayışla değerlendirirken,
mimari hissediş ve mistik tasavvurlarında çok ayrı bir yolda ilerlemekte devam
etmişlerdir.
Süleymaniye
caminin aklımıza getirdiği bu ilk düşüncelerden sonra sorabiliriz: Acaba
Süleymaniye Camii yalnız mükemmel bir plan şeması ürünü müdür?
Elbette ki hayır!
Elbette ki hayır!
Süleymaniye, Türk Camii mimarisinin asırlardır gelişmesinde
beraberce yürüttüğü özeliklere bütünü
ile hem de en ince imbikten süzülmüş hali ile sahiptir.
( Hüsrev TAYLA, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 1979)