Büyükbabam Medresetül Mütehassisin Tasavvuf Müderrisi Merhum Esseyyid Abdülhâkim Arvasi-Üçışık'ın, “Sefinetul Evliya” adlı bir kitaba derc edilmek üzere kendisine sorulan soruları ve sorulara cevaplarını havi doküman “Hal Tercümesi” adı ile “Büyük Doğu Yayınevi”nce tekrar basıldı. Bu vesile ile “Büyük Doğu Yayınevi”ne teşekkür ederim.Ayrıca, kardeşim Prof. Dr. A. Hikmet Üçışık, büyükbabam hakkındaki hilaf-i hakikat bilgilerin yayılmasına mani olmak gayesiyle Merhum ile yapılan röportajı, “Hal Tercumesi” adlı kitabı, ana mehaz alarak Merhum Abdülhâkim Arvasi Üçışık’ın kısa biyografisini kaleme aldı. Aşağıda, bu yazıyı, “ilk elden, en doğru bilgiyi” edinmek isteyen Aziz dostlarımızın ve ilgililerin bilgilerine arz ediyorum.
Sayfalar
- Ana Sayfa
- Kısas-ı Enbiya’dan
- | 40 Hadis |
- Büyükbabam Abdülhakim Arvasi Üçışık
- N.F.Kısakürek
- Özel İnsanlar!
- Dedemin Dostları
- Türk Kadın Başlıkları
- Babamdan Hatıralar
- Sakarya Türküsü
- Türk Halıları
- Kıymetli Şiirler
- Yahya Kemal
- Hz.Mevlana'dan
- Atasözleri
- Halkadan Pırıltılar
- Yüzüyle Yüzleşen İnsan
- İster Fısıltıyı Dinle
- Süleymaniye'de Bayram
- İstanbul
- Aile Yazıları
- Seçtiğim Küpürler
Bu Blogda Ara
30 Kasım 2015 Pazartesi
Büyükbabam Abdülhakim Arvasi Üçışık
3 Kasım 2015 Salı
Sabır; korkaklık değildir!
Sabır; korkaklık
değildir. Nasıl ki, çılgınlık da yiğitlik değilse...
Düşünmeli ki, bir kişinin
yaptığı yalnız ona değil de bir çok kişiye sıçratılır.
Üzüntü; şuuru
kaybettirmemeli!
En büyük sabırla hakikat yolunu göstermekten başka bir yola
sapmamalı. Karşıdaki ne yaparsa yapsın, kışkırtıcılığın hangisine başvurursa
başvursun, inanmış insan; hakikati “en güzel yolla” göstermeğe bakmalı.
Kendi
kendine çürümeye başlamış ve artık kokusu bile ortalığı kaplamaya yüz tutmuş
bir dokunun üzerine varmamalı.
Kirli suyu, insan üstüne sıçratmamalı. Bırakınız
sinekler üşüşsün onun üstüne. Siz ışıl ışıl parlayan kaynaklara koşunuz.
Sezai Karakoç, Zafer
Dergisi, Eylül 1983
N.F.Kısakürek'ten
Ezan
Ölürken aynı
âhenk, salâ sesinden sızan:
Kulağıma
doğduğum günde okunan ezan!
Hasret
Ölecek
miyim, tam da söyleyecek çağımda
Söylenmedik
cümlenin hasreti dudağımda. (1975)
25 Ekim 2015 Pazar
İstanbul’un Balıkları
Hatta İstanbul’lular lüfer muhabbeti ile
bilinir. Lüfer merakı ile tanınırlar.
Defneyaprağı, çinekop, sarıkanat, lüfer ve kofana olarak isimlendirilen aynı familya balıkları, sonbaharda İstanbul boğazından geçiş yapar. Boğaziçinin göçmen özelliğinde olan bütün balıkları, ilkbaharda Karadeniz’e geçip, balıkçı tabiriyle “yaylaya” çıkarlar, sonbaharda ise beslenmiş ve yağlanmış olarak Boğaz’dan aşağıya Marmara’ya inerler.
Bu dönem balıkçılık açısından en hareketli ve balık mutfağı bakımından en bereketli dönemdir. Çingene Palamudu, torik olana kadar yakalanı, torik olunca tuzlu balık “lakerda” yapılır. Uskumru, kalkan, tekir, barbunya, sardalya, gümüş, levrek, kılıç, kefal, kırlangıç, karagöz, zargana, ispari, izmarit, mezgit İstanbul’un en çok bilinen balıklarıdır.
Defneyaprağı, çinekop, sarıkanat, lüfer ve kofana olarak isimlendirilen aynı familya balıkları, sonbaharda İstanbul boğazından geçiş yapar. Boğaziçinin göçmen özelliğinde olan bütün balıkları, ilkbaharda Karadeniz’e geçip, balıkçı tabiriyle “yaylaya” çıkarlar, sonbaharda ise beslenmiş ve yağlanmış olarak Boğaz’dan aşağıya Marmara’ya inerler.
Bu dönem balıkçılık açısından en hareketli ve balık mutfağı bakımından en bereketli dönemdir. Çingene Palamudu, torik olana kadar yakalanı, torik olunca tuzlu balık “lakerda” yapılır. Uskumru, kalkan, tekir, barbunya, sardalya, gümüş, levrek, kılıç, kefal, kırlangıç, karagöz, zargana, ispari, izmarit, mezgit İstanbul’un en çok bilinen balıklarıdır.
Ne yazık ki gün geçtikçe azalmakta ve artık istavrit,
mezgit, hamsi ve denizanası dışında çok fazla deniz mahsulüne
rastlanmamaktadır.
İstanbullu balıkçılar bir köpek balığı cinsi
olan camgözden pek fazla hoşlanmazlar ama balıkları kaçırıp, balıkçılara imkân
tanımadığı halde yunus balığı ise her zaman “uğurlu” sayarlar.
Şehirde kıyıdan olta balıkçılığı her zaman ve
her dönemde yapıla gelmiştir. Ve Galata Köprüsünde, Boğaziçinin akıntı
burunlarında yani Çengelköyünde, Arnavutköyünde, Kandilli de balık tutan
İstanbul’lular, İstanbul fotoğrafının daimi bir pozu olmuştur.
Haluk Dursun, Şehir ve Kültür İstanbul, Profil Yayıncılık, Ekim 2011
8 Mart 2015 Pazar
Yok öyle bir İstanbul!
On yıl öncesine kadar…
Ne zaman
Emirgan Çınaraltında
çayımı yudumlasam,
" yok derdim içimden,
en iyisi karşıya geçip
çaya
Kanlıca’da devam etmek..."
Benim için İstanbul’da yaşamak
böyle
tatlı bir
salıncak keyfiydi
sanki....
Bebek’te keyifle laflarken “haydi arkadaşlar, Samatya’ya!” deyip şevkle yerimizden fırladığımız bir şehirden söz ediyorum. Kadıköy’den geceyarısı kalkıp sabahı Fatih’te karşıladığımız bir şehirden…
Çoktandır, bu salıncakta sallanmıyorum. Hadi ben ağırlaştım. Fakat gençlere bakıyorum onlarda da yok bu canlılık. Çünkü şehir kompartımanlara ayrıldı. Her semt kendi sakinlerini içeriye kapattı, İstanbul dışarıda kaldı.
***Şimdi içinizden birine neden İstanbul’da yaşamaktan yakınıp duruyorsun”? diye sorsam, hiç duraksamadan bir bir sayıp dökmeye başlar.
Hepsi de elle tutulur şeyler, apaçık biçimde can sıkan şikayetlerdir. Ama “İstanbul’u neden seviyorsun?” dediğimde uzun uzun düşünülür. Yutkunulur.
Kelimeler birbirini izlemekte zırlanır. Sadece bu halimiz bile çok şey anlatır. Sonraya klişe cümleler gelir ya teorik güzellemeler.
Çoğu zaman da nostaljiye sığınılır. Yirmili yaşlardaki gençlerin bile çok sağlam bir İstanbul nostaljisi var. Yani bu şehir, artık herkes için kaybolmaya yüz tutmuş fakat şiddetle özlenen uzak bir yurt!
“Hayır, doğru değil bütün bunlar!” deyip
kendimizi kandırmayı sürdürelim mi?
*** Bir de şu soru var… dolu dolu ve
içimizden gelerek “İstanbul dediğimiz yer sahiden neresidir?
Ataşehir mesela, Beylikdüzü falan… buralar
İstanbul olabilir mi? Buralardan hayata “İstanbul Hayatı” diyebilir miyiz? O
semtleri sakinlerinin hayat tarzıyla birlikte yerinden söküp çıkarsak ve Kuala
Lumpur’a, Londra’ya Sao Pauloya götürüp yerleştirirsek, yabancı kalırlar mı?
Fakat İstanbul’a yabancılar! Yani diyeceğim… bu şehri bir bütün olarak sevmeye
kalkmak palavradır. Yok öyle bir şehir! Varlığını iddia etmek, “hakiki
İstanbul’a ihanettir.”
Haşmet Babaoğlu, 14 Şubat 2015, Sabah
Gazetesi
İstanbul Türkçesi
(Necip Fazıl Kısakürek)
Bugün neredeyse konuşanı kalmamış olan İstanbul Türkçesinin kendisine has bir musikisi, telâffuzu, özel vurguları, değimleri ve atasözleri vardı. Abdullah Suphi ile Halid Ziya bir gün Paris Metrosunda karşılaşır, nicedir özledikleri anadilleriyle koyu bir sohbete dalarlar. Metrodan çıkarken bir Fransız yanlarına gelir, maruz görülmesini rica ettikten sonra, öteden beri dillerin musikisi ile ilgilendiğini ve yol boyunca hangi dille konuştuklarını çok merak ettiğini söyler. Türkçe olduğunu öğrenince “şimdiye kadar bu dili duymak fırsatını bulamadığına müteessir ve şimdi duyduğuna da pek mütehassis” olduğunu belirterek şöyle devam eder: “eğer bu istasyonda inmeseydiniz mahzâ konuşmanızı işitmek için sizi devam edeceğiniz istasyona kadar takip edecektim. Ne eski bir millet olduğunuz anlaşılıyor; zira lisanınızın bu ahenkli ve musikili inceliğine ermek için uzun zamanların sarf edilmiş olması iktiza eder.”
Divan şairleri çok çeşitli ve zengin
kaynaklardan beslenen bu Türkçe’yi asırlar içinde kazandığı bütün nüansları ve
incelikleri ile kullanmayı iyi bilir, sesine büyük bir ustalıkla hükmederlerdi.
Eski şiir, devlet çapında yaygın olmakla beraber, esas itibariyle İstanbul’un
sesi ve şiiriydi:
Ölsün mü neylesün olan aşufte hüsnüne
Kurbanın olduğum seni sevmek hatâ mıdır?
(Nahifi)
O gül endam bir şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün.
(Enderunlu Vâsıf)
Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.
(Mahir)
Gel söyleşelim cümle geçen demleri cânâ.
(Sâmî)
….
Ağlatmayacaktın, yola bakdırmayacaktın
Ol va’de-i tekrâr-be-tekrârı unutma
(Esrar Dede)
Diyen şairler, İstanbul’da derinliğine
yaşanmış aşkları İstanbul Türkçesinin en süzülmüş şekliyle dile getirmişlerdir.
Bakî, Nâbî, Nedim, Şeyh Gâlip, Enderunlu Vâsıf, İzzet Molla gibi şarilerin
şiirlerini bezeyen bağlar, bahçeler, serviler, çınarlar, lâleler, güller,
nergisler, sümbüller İstanbul’un şehir estetiğini, iklimini ve tabiatını
yansıtır.
Eski şiire aşina olanlar, mesela:
Sen bî-haber hayalin ile gûşelerde biz
Tâ subh olunca hergice ayş-ü dem eyleriz
(Nedim)
Kadem kadem gece teşrifi Nailî o mehin
Cihan cihan elem-i intizâre değmez mi?
(Nailî)
Nâbî hayâl-i şi’r dahi şeb bulur nizâm
Her bezm-i râz çün bulur üslûb şeb-be-şeb.
(Nâbî)
Gibi söyleşilerinde İstanbul’un büyülü
gecelerini hissederler. Yine de İstanbul’u anlayabilmek için:
Ko kafes nâlisini name-i pey-der-peye gel
Râygân dinleyelim bülbülü İstinye’ye gel.
(Şeyhülislam Yahya)
Göksu bir nâhoş hava şimdi
Çubuklu pek zihâm
Sevdiğim tenhâca çektiysek mi sa’dâbâd’e dek.
(Nedim)
Gice Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû
Mâh-tâb eyleyerek eyledi azm-i Göksu.
(Esrar Dede)
Beşir
Ayvazoğlu, Şehir ve Kültür İstanbul, Ahmet Emre Bilgili, Ekim 2011, Profil
Yayıncılık
4 Mart 2015 Çarşamba
"ÇOBAN" ADIYLA BAŞLAYAN KIYMETLİ BİTKİLER
ÇOBAN PÜSKÜLÜ
Çoban Püskülügiller familyasından bir bitki türü.
Yurdumuzun bazı bölgelerinde bu bitkiye, yapraklarının parlak renginden dolayı
Işılgan ve dikenli Pirel adları da verilir.
Çoban Püskülü genel olarak bir ağaçcık ise de bazı
bölgelerde gelişerek 10 m ye kadar yükselebilen
bir ağaç halini alabilir. Genç sürgünleri parlak yeşil yaprakları yaz-kıiş
yeşil, sarmal dizilişli kısa saplı, derimsi kenarları dalgalı ve dikenli
dişlidir.
Çiçekleri küçük, kirli ak bazen kırmızımsı renkte demet halindedir.
Kırmızı meyveleri 4 çekirdeklidir. Genel olarak orta Avrupa Balkanlar Türkiye
Kafkasya, Kuzey İran ve Akdeniz
ülkelerinde, orman ve çalılıklarda
yetişir. Yurdumuzda ise bütün Karadeniz kıyı ormanları ile Güneyde Amanos dağları ve ormanlarında
yetişir. Bu cinsin bir türü Güney Amerika’da 18 ile 30 enlem daireleri
arasında, özellikle Paraguay ve Güney Brezilya’da yetişir. Yapraklarında kafein
bulunduğundan, bunlardan bu bölgede “ Paraguay Çayı” yapılır.
Tarakotugiller familyasından bir bitki cinsi. Yurdumuzda
yetişen bazı türlerinin dikenli kapitulunlarını, örücüler yün kumaşları
kabartmak için kullandıklarından bu bitkiye fesçitarağı adı da verilmektedir.
Bu bitki cinsinin yurdumuzda doğal olarak, dere ve hendek
kenarlarında, orman açıklarında yetişen türleri vardır. Hemen hepsinin genel
yayılma alanı Avrupa ve Ön Asya’dır.
ÇOBAN DEĞNEĞİ
Karabuğdaygiller
familyasından bir bitki türü. Kültür bitkileri ile birlikte çok yayılmış,
tropik Amerika, Güneyafrika, Madagaskar ve Hindistan’dan başka Dünya’nın hemen
her yerinde yetişen kozmopolit bir karakter almıştır.
Tarla ve yol kenarlarında
yetişir. Yıllık, sürüngen, oldukça sık dalla sapsız yaprakları, sövü ya da
mızrak biçiminde ve tam kenarlıdır. Çiçekleri küçük ve yeşilimsi ak renktedir.
Çoban değneği çok eskiden beri tanınan tıbbi bir bitkidir. Akciğer veremine,
böbrek hastalıkları ile romatizmaya, mide ve bağırsak kanamalarına karşı
kullanılmıştır.
Türk
Ansiklopedisi, Cilt:12, sayfa: 80, 1964
Taflan, Susam
TAFLAN; GÜLGİLLER FAMİLYASINA GİREN linn türüne bağlı yaprağını
dökmeyen bir ağaçcıktır.
Boyu 3 metre ve daha fazla olabilir. Ana yurdu Güneydoğu Avrupa’dan Hazar denizinin güney kıyılarına kadar uzanan şerit içindedir.
Boyu 3 metre ve daha fazla olabilir. Ana yurdu Güneydoğu Avrupa’dan Hazar denizinin güney kıyılarına kadar uzanan şerit içindedir.
Karadeniz kıyı ormanlarında bol miktarda eskiden beri
Avrupa, Anadolu ve komşu ülkelerde süs bitkisi olarak kullanılmaktadır.
Çoğunlukla bahçe ve parklarda, yeşil çit olarak yetiştirilir.
Budamaya dayanıklıdır. Yavaş gelişmekle beraber uzun
ömürlüdür. Saksı içinde yetiştirilerek evlerde süs bitkisi olarak da
kullanılmaktadır. Dalları narin yapılı olup bazı çeşitleri dikene bazı
çeşitleri top biçiminde gelişir. Etli, derimsi, üzerleri parlak yaprakları diri
ve koyu yeşil renkli, kısa saplı uzunca
oval mızrak biçiminde, kısa uç kısmına doğru daralan şekilde ve kenarları çok
hafif ince testere dişlidir. Çiçekleri küçük ve beyazdır.
SUSAM
İki Çenekliler sınıfının susamgiller familyasından, sıcak
bölgelerde yetişen, bir yıllık yağ veren otsu bir bitkidir.
Dünya’da en çok
Hindistan’da, Mısır, Çin, Sudan, Meksika ve Türkiye’de yetişir.
Doğu ülkelerinden Afrika’ya oradan İspanya’ya, İspanya’dan
da Avrupa’ya yayılmıştır.
Türkiye’de daha çok Güney ve Güneybatı bölgelerinde
“en çok Antalya, Muğla, Adana, İçel, Aydın, İzmir, Çanakkale ve Manisa”
yetişir.
Türk Ansiklopedisi, Cilt:30, sayfa:2-3, 1981
Zerdeçal, zerdeçav, zerdeçöp, zerdeçop veya zedeçup
Zencefilgiller: familyasına bağlı curcuma cinsine giren çok
yıllık, kök saplı bitkilere ve bunların şişkin kök saplarından çıkarılan
çeşni verici veya boya olarak kullanılan maddeye verilen ad.
Çoğunun ana yurdu güney doğu Asyadır. Yabani florada
yetişenlerin kısa ve kalın bir gövdeleri vardır. Kültüre alınanlarda bu gövde
kısmı olmayıp yaprakları taşıyan saplar doğrudan kök saplardan çıkar ve
3 metreye kadar dikine boylanır.
Yaprakları 60-75 cm uzunluğa 30 cm genişliğe
varan büyüklükte olup diplerinde kukuletayı andıran ve çoğunlukla değişik
renklerde olan bürgülerden nadiren çiçek çıkarıcı.
Çiçekler bir sap etrafında, salkıma benzer biçimde, fakat kiremit gibi üst üste dizilmiş olarak bulunur ve gösterişlidir. 40 kadar değişik türü bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi curcuma olup kurutulmuş kök saplarından hint safranı adı verilen çeşni verici ve boya olarak kullanılan bir madde çıkarılır. Bu sarı madde aynı zamanda laboratuvarlarda bir endikatör olarak da kullanılır.
Çiçekler bir sap etrafında, salkıma benzer biçimde, fakat kiremit gibi üst üste dizilmiş olarak bulunur ve gösterişlidir. 40 kadar değişik türü bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi curcuma olup kurutulmuş kök saplarından hint safranı adı verilen çeşni verici ve boya olarak kullanılan bir madde çıkarılır. Bu sarı madde aynı zamanda laboratuvarlarda bir endikatör olarak da kullanılır.
Türk Ansiklopedisi, 33.cilt, sayfa 484, 1984
İstanbul’un Su Yolları, Kemerler, Bendler ve Maksemler
Sultan 2. Mehmed’in
şehrin fethinin hemen arkasından su tesislerini
ihyâ ettiği ve burada 40 çeşme denilen çeşmelerden su akıttığı yolunda
bir kayda rastlanmamakta ise de 40 çeşme denilen tesislerin daha sonraları
yapıldığı bilindiğine göre, bu tenâkuz halligereken bir mesele olarak
kalmaktadır. Osmanlı devrindeki su teşkilâtı başlıca 3 büyük şebeke halinde
gelişmiştir.
Bunlardan en eskisi
Halkalı, 2. Kırkçeşme, 3. İse, Beyoğlu tarafının suyunu t’emin eden Bahçeköy
veya Taksim su şebekesidir. Halkalı suyu şehrin Garb ve Şimâl’i Garbîsinde Avas köyü, Şıfıtburgaz, Davutpaşa
ve Çicoz Çiftliği havâlisindeki sâhalarda toplanan menbâğ sularından meydana gelmiştir.
Esâsı belkş Mehmed2. Nin devrine kadar inen bu t’esis müteakip devirlerde
devamlı olarak genişletilmiş ve bu tevsî ameliyesi onsekizinci asır içlerine
kadar devam etmiştir. Halkalı suyunun zamanla teşekkül eden müteaddid kolları
Fâtih, Turunçlu, Bayeziıd, Ebussu’ûd,
Atik Ali Paşa, Koca Mustafa Paşa, Süleymaniye, Cerrahpaşa, Sultan Ahmed,
1.Saray, Kasım Ağa, Köprülü Mehmed Paşa, Hekimoğlu Ali Paşa, Beylik “Mahmud
1.”, Nuruosmaniye, Laleli “Mustafa 3.”, Kışlalar, Mihrimah adları ile ayırd
edilmektedir.
İstanbul’un büyük
külliyelerinin suları bu tesislerden t’min edildiğinden buna “Cevâmi-i Şerîfe
Suları”da denilmektedir. Halkalı suları muhtelif kaynaklardan toplanmış ve
itinalı inşâ edilen Kârgir su yolları vasıtası ile içine dağılarak, icap
ettiğinde su terazileri vasıtası ile yüksek noktalara basınçla çıkmaları
sağlanmıştır. Halkalı suyunun Süleymaniye ve Saray kolu denilen bir kolu şehrin
en eski su te’sisi intibaını vermektedir.
Yirmi santimetre
kutrunda künkler ile başlangıcından itibâren şehre doğru uzanarak yolunda bâzı
ilâve suları “katma” almakta ve ma’zul kemer “halk arasında mazlum kemeri) nden
geçmektedir. Bu kemer 104 m. Kadar uzunluğunda, beşi tek katlı diğerleri çift
katlı onbir gözden ibâret, ortada 4,65 m kalınlığında ve 13,85 m yüksekliğinde,
muntazam kesme taş bloklarından inşâ edilmiş, geç devirlerde kısmen tuğla
tamirler ile takviye olunmuştur.
İslam Ansiklopedisi,5-2.Cilt, sayfa 1214, Milli Eğitim
Basımevi, 1968
Türk Kadınına Şiir
Kahraman vermektir, görevin
yurda,
Ninnine tarihin sesi
karışsın
Bağlısın sen ezelden
ana yurda;
Ninnine tarihin sesi
karışsın
Mukaddes varlıksın,
çünkü annesin;
Tarihe sor, sana,
neslini desin;
Söyle Türk Kadını,
söyle nerdesin?
Gel artık atın
yarışsın.
Kaplan Kural
7 Ocak 2015 Çarşamba
İstanbul’da Artık “Kar” Dahi Tutmuyor?
10. katta: yağmur var!
İstanbul’da kar yağıyor. Hava
çok soğuk fakat benim bulunduğum Anadolu yakası Kadıköy’de Feneryolu Göztepe ve
Erenköy de kar tutmuyor. Lapa lapa kar yağmasına rağmen daha önceki senelerde
kar yağdığı zaman mutlaka tutar, çocuklar karda oynarlardı. Çok değil bir kaç sene evvele kadar.
Bugün torunlarıma cevap vermekte zorlanıyorum. Torunum Sude çocuk kafası ile “kar geliyor ama aşağı inerken yağmur oluyor” diyor ve üzülüyor, niçin kar yere değmiyor diye...
Benim görüşüme göre “50
katlı binalar yapılırsa tabii ki kar tutmaz, yazık! Yazık!"
Büyük binalar kendileri ile birlikte sokağı, hatta gökyüzünün bir bölümünü dahi ısıtıyor ya da havayı hapsediyor. 3 katlı bina yıkılıyor yerine en az 8, arsasına göre de 16 katlı yapılıyor.
Bunların sızısını kim hisseder, sorumluluğunu kim taşır? Belediyeler? Kim çocuklara cevap verecek? Biraz insaf! Her şey para değil! Dengeleri bozmayalım.
Heyhat! ne yazık ki bozduk, hem de çok bozduk...
Mimarlarımız, Mühendislerimiz, Kentsel Dönüşümcülerimiz; gelecekte çocuklarımızın eline kar değsin istemez misiniz?
Ayşe Zahide Arabacıoğlu, İstanbul, Ocak 2014
Çocuğunuzun Televizyondan olumsuz Etkilenmemesi İçin Neler Yapmalısınız?
- Çocuğunuzun televizyon izleme davranışını günde bir iki saatle sınırlandırın.
- Televizyonda neyi seyrettiğinden haberdar olmak için kontrol edin.
- Televizyonda gördüğü anlayamadığı şeyleri açıklayın.
- Televizyon önünde yalnız kalmasını önleyin.
- Televizyonu bir ödül ya da ceza olarak görmesin.
- Televizyonun bir çocuk bakıcısı olmadığını anlamasını sağlayın.
- Televizyon izleyerek bütün boş zamanını doldurmasına izin vermeyin.
- Televizyonda sadece reklam ve video kliplerle uyarılmasına izin vermeyin.
- Televizyon eşliğinde yemek yeme alışkanlığını kazandırmayın.
- Televizyonda izlediği belirlenmiş programın bitiminde televizyonu kapatın.
Bütün bunları yaparken siz ailelerin birer model görevi gördüklerini ve kendi alışkanlıklarınızı da çocuklarınızın gelişimi doğrultusunda değiştirmeniz ve düzenlemeniz gerektiğini göz ardı etmemelisiniz.
Çocuk ve Aile Dergisi, 2004
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)